Muhalefet, Batı medyasından güç alarak "demokrasi getirmek" ve "soğan" üzerine kurmuş kampanyayı. Bir birinden kopuk iki kelime ile "tarih yazmak" nasıl bir şey?  Demokrasi nasıl bir ülkeye getirilir? Demokrasi talep edenler; demokrasisi sorunlu olan bir ülkede nasıl bir akıbetle karşılaşır, sorusu üzerine hiç düşünmüyorlar, galiba. Kendisine söyleneni olduğu gibi kalabalıklara üflemek ne kadar etkili? "Doğal gazın bulunmadığına, elektrikli otomobilin üretilmediğine, petrol bulunmadığına, insansız ve beşinci nesil uçakların uçmadığına" inanan sosyal medya algı inanlılarını etkiliyordur. Ülkesini seven akıl ve idrak sahibi, teröre mesafeli, ülkenin savunma projelerinin yabancılara emanet edilmesini istemeyenler pazar ve mutfak garnitürü ile ikna edilemez.

Sosyal bilimlere aşina olanlar bilirler ki muhalefet "İktidarın takip ettiği politikaya karşı olan, iktidarla aynı görüşleri paylaşmayan ve bunu teşkilatlı şekilde ortaya koyan siyasi topluluk" olarak anlamlandırılır ve yine bilirler ki kurumsal muhalefetin legal olarak var olabildiği tek siyasî rejimin adı demokrasidir. Mesela her zeminde savunuculuğunu yaptıkları Suriye lideri Esed'in ülkesinde "demokrasi getirmek" üzere aday olunamaz. Demokrasinin imkânlarından yararlanılarak aday olunan ülkeye "demokrasi getirmek" iddiası abesle iştigal olur.

Sınırsız vaatlerle vatandaşın aklını karıştırırken; enerji ve savunma sanayisinde tanıtımı yapılan alan ve yatırımların somut verilerini görmezden gelmek, "Afrin'deki askeri varlığı işgal gücü" olarak görenlerle işbirliği yapmak "demokrasi getirmek" midir? Suriye'den askerimizi çekerek "Süleyman Şah" türbesini ABD-PYD kontrolündeki bölgeye mi taşıyacağız?  Kandil'i İHA ve SİHA ile gözetlemeden Gabar'daki enerji alanlarının güvenliği sağlanabilir mi?

Politikacı ve gazetecilerin ideolojik aidiyetleriyle zihinlerini sınırlayarak kendilerini tekrarlaması kaçınılmaz bir zihnî körlüktür. Ancak bunun bu kadar ölçüsüzce sergilenmesi ve "akıllarının bulanıklaştığı" algısı oluşturacak ölçüde alenileşmesi, siyaset ve medya erbabının hitap ettikleri toplumun değer yargılarını görmezden gelmeleri "demokrasi getirme" ideali iddiasıyla büyük çelişki üretmekte ve samimiyetsiz bir görünüm vermektedir.

Ülke insanını iki ucu mütemadiyen yekdiğerinden ayrılan ve bir daha kapanamayacak bir alana iten bir dilden kurtulmak gerek. Son zamanlarda medya ve politikacıların dili, II. Abdülhamit devrinin muhalif Batıcı aydınların dil ve tavrını hatırlatıyor. O dönemin gazete ve dergileri sınır tanımayan bir ölçüsüzlükle her türlü, aşağılama ve hakareti yaparak "istibdat"tan, rejim baskısından şikâyet ediyorlardı. Kalbini ve aklını Avrupalı emperyalist ülkelere kiralayanların kullandığı yıkıcı ve ayrıştırıcı dil, bir imparatorluğun tarihten çekilmesine zemin hazırladı. Günümüzde benzer ayrıştırıcı dili kullanan medya mensupları ve sosyalist ideallerle ülkeyi bölmeye çalışanlarla siyasî birliktelik kuranlar ülkeyi 19. yy sonu ve 20. yüzyıl başındaki akıbete hazırlıyorlar.  

"Statüko ve totalitarizme muhalefet" iddiasıyla ütopyaya [mevcut olmayan, fakat gerçekleşmesi arzu edilen düzen; gerçekleşmesi imkânsız tasarı, düşünce veya kavram] muhabbet ve davet, ülkeyi bölmeye ve distopik bir çıkmaza sürüklüyor. 

 Eflatun ve Aristo'nun üzerine kafa yorduğu ve tasnif ettiği siyasal yönetim anlayışları konusunda asırlardır tartışmalar yapılmakta; hatta ilköğretim birinci kademesinden itibaren "halkın kendi kendisini yönetmesi veya halkın seçimler yoluyla yönetime katılması" tanımlamaları ile bir şeyler öğretilir. Bu bilgiye aşina olanlar nasıl bir ülkede ve siyasal rejimde yaşadıklarını ilk mektep sıralarından itibaren bilirler. Lise ve üniversite sıralarında, kantin ve koridorlarda yaptıkları müzakerelerde de modern demokrasinin fikir babalarının St. Thomas Aquinos, John Locke, Montesquieu, J.J. Rousseau gibi düşünürler olduğunu; Eflatun ve Aristo’nun görüşlerinden hareketle her birinin demokrasi konusunda yaklaşımlarını ortaya koyduklarını öğrenirler. Birazcık tarih bilenler, ülkenin bir asır önce maruz kaldığı büyük felaket senaryosunun müelliflerini de bilirler. 1843 yılından bugüne yayında olan İngiliz medya grubu yayını The Ekonomist “Erdoğan Gitmeli” kapağı ile çıktı. Muhtemelen 19. yy sonunda da kapağına “Osmanlı Yıkılmalı” diye yazmıştır.

Batılı yayın organları aracılığı ile meselenin soğan meselesinden öte bir mesel olduğu; seçimin küresel güçler desteği ile değişmesi durumunda Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Batı lehine bölgenin ateşe verileceği, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki askeri varlığımızın sonlandırılacağı, Doğu Akdeniz üzerinde bir hak iddiasında bulunulmayacağı, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın şerh konulan hükümlerinin yürürlüğe konulacağı, savunma sanayii alanlarında çalışanların Nuri Demirağ ve Nuri Killigil’in akıbeti ile karşılaşma ihtimalleri göz ardı edilmemeli (I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'ndeki mücadelesi ile Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasında etkili olan Paşa, Trablusgarp Cephesi'nde ve Kurtuluş Savaşı’nda Doğu Cephesi'nde bulundu. İhraç etmek üzere ürettiği mermilerin bulunduğu Sütlüce'deki fabrikasında 2 Mart 1949’da meydana gelen patlama sonucu Nuri Killigil, altı itfaiye eri ve yirmi iki işçi hayatını kaybetti; Nuri Demirağ’ın ürettiği uçaklar gömülerek silah sanayii önlendi).

2023 Türkiye Seçimi, her bir ferdin bakış açısıyla “sadece bir seçim değil”; Türkiye ikinci asrının ve uluslararası yeni paradigmasının seçimidir.