Fas’tan Afganistan’a uzanan coğrafyadaki istikrarsızlığı kuzeyde Hazar Havzası’na; Akdeniz Bereket Hilali’nden, Azerbaycan-Ermenistan üzerinden Ukrayna’ya ve oradan Osmanlı coğrafyası bakiyesi Balkanlara kadar taşıyarak yaygın bir biçimde oluşturulan istikrarsızlık bölgelerindeki iç çatışmalar ve savaşlardan beslenen, silah endüstrisini insan kanıyla verimli kılan ülkelerin listesini çıkarınca üç beş farkla aynı kan içici emperyalistlerle karşılaşırız. Üzülerek belirtmeliyim ki bu coğrafya, nüfusunun önemli bir kısmı Müslüman veya Müslüman kültür birikimiyle etkileşime giren insanların yaşadığı topraklar/coğrafya.   

Birinci Paylaşım Savaşı'ndan sonra İngiliz-ABD jeopolitiğinin dayandığı postkolonyal sömürgecilik anlayışı ve bu anlayışı koruyacak bölge karakolları aracılığı ile istikrarsızlığı büyüterek “ülkelerinin refahını korumaya” odaklanan emperyalistler başta Orta Doğu olarak tanımladığı coğrafya olmak üzere Afrika kıtasını, cetvelle sınırları tayin edilen devletçiklere böldüler. Amaç kendi kendine yetmeyen, her ihtiyaçlarını kendilerinden temin edecek ve ürettikleri ham maddeyi ülkelerine taşıyarak katma değere dönüştürmekti. Bu hedeflerinde de başarılı oldular. Tarihte asla var olmamış topluluklara devlet statüsü verilirken yazılı tarih boyunca sahibi olma iddiasında bulundukları coğrafya ile ilişkisi olmayanlar da karakolda nöbetçi olmak üzere getirilip yerleştirildiler ve adına devlet dedikleri ve bir asra yakın zamandır devlet refleksi edinemeyen bir terör devletini de Akdeniz kıyısındaki Filistin topraklarında kurdular. 

Hangi yaşta, hangi etnisiteye veya inanca mensup olursanız olun gözlerinizi kapatın ve dinlediğiniz-okuduğunuz-seyrettiğiniz haberleri zihninizde canlandırın. **Afrika, Balkanlar ve Orta Doğu ile başlayan haberlerde iç savaş (etnik ve mezhep çatışmaları), terör, soykırım ve büyük silah sanayiini ellerinde bulunduranların zayıflara karşı dayanışmaları dışında akla gelen ne? Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra masa başında çizilen sınırlarla belirlenen alanlarda insanlar, çatışmaya zorlanmış ve bu çatışmalardan büyük bir ekonomi üretilmiştir. Üretilen ekonominin stok maliyetleri insanları katlederek minimize ediliyor.

Müslüman dünya olarak tarif edilen coğrafya, Haçlı çağlarından kalan hınçla parsellere ayrılarak bir istikrarsızlık ile karşı karşıya bırakılmış ve silah ekonomisinin sürekliliği için bir savaş ikliminde tutulmuştur. ABD öncülüğündeki uluslararası emperyalist aktörlerin kurguladığı ve taraf olduğu savaşlar, iç çatışmalar, desteklediği ve kurduğu terör örgütleri ile gerçekleştirdiği operasyonlar, işgaller ve savaşlar; bölgedeki istikrarsızlığın en belirgin sebeplerinin başında gelmektedir. Tunus’tan Yemen’e uzanan; Afganistan, Irak, Suriye, Filistin, Ürdün ve Beyrut’ta kangrenleşen nesiller boyu çatışma, istikrarsızlık ve kandan beslenerek var olma veya “siyonist karakol”u koruma refleksi, insanlığı ve merhameti yok ediyor.

Bölgede Sezai Karakoç’un yıllar önce "Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı / Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim / Bunu bana söylemediniz / İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler / Bunu bana öğretmediniz…" diye yazdığı sözlerin hakikati ile yüzleşmeye devam ediyoruz. Ve "Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri. / Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin. / Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların. / Kurşundan çiçeklerin şehri. / Gülle kusuyor ana rahmi / Bomba parçalıyor beynini bebeğin. /Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var / Uçak var gök yok utanç var / Ve kime karşı bütün bunlar / Masum insanlara karşı / Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı / Ve kim tarafından bütün bunlar / Roma'nın, Babil'in, Asur'un ve Firavunların / Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından / Zalime olan öcünü mazlumdan almak / Zalim olmak ve en zalim olmak / Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var / Tersinden okunan Tevrat hükümleri / Karaya boyanmış Mezmurlar / Yeryüzüne yeryüzü kadısına / Hüküm ki: / Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir / Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm / Ve fitne, / Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten / Fitne bastırılıncaya kadar savaşın! / Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar…" feryadı Gün Doğmadan / Alınyazısı Saati’nde yükselmeye devam ediyor.

**

Açlığa mahkûm edilmiş insanların, girişine izin verilen gıda konvoyuna yönelmesi üzerine yapılan katliam hangi insani yasa ve ahlak hükümleri ile izah edilebilir? Aç çocuğu için bir paket un, bir şişe su alma hissiyatıyla hareket eden insanlara yapılan zulüm hangi “siyonist için tehlike arz etti de ‘kendini savunma’ refleksi harekete geçirildi?” İnsanı açlık ve susuzlukla öldürmeye yeminli arkaik söylencenin kölesi siyonist akıl, muharref kutsal metinler aracılığıyla insana, insanlara ve insanlığa ihanet etmeye devam ediyor. ABD’den bu katliam için yapılan açıklamalar da aynı algı ve ahmaklıkla insanları iknaya ve kamuoyunu yatıştırmaya yönelik. 

**

Şair Kâmil Eşfak Berki, "İnsan İnsanın Yurdudur" ismiyle yeni yayınlanan "Toplu Şiirler" kitabına da aldığı Rachel Corie şiirinde "yeni çocuklar gelecekler / dönüp geriye bakacaklar / Rachel Corie'yi görecekler / anne, bana Rachel'i anlat diyecekler…" diyordu. Onun siyonist zırhlı dozerinin paletleriyle ezilmesinden yıllar sonra İsrail'in Washington Büyükelçiliği'nin önünde Aaron Bushnell isimli bir asker üzerindeki kamuflaj kıyafetle "Artık soykırıma iştirak etmeyeceğim." diyerek kendisini ateşe verdi. Bushnell, eylemini yapmak üzere yola çıkarken "Şimdi oldukça şiddetli bir protesto düzenleyeceğim ancak Filistinlilerin, işgalcilerinin elinde yaşadıkları karşısında benim eylemim çok da büyük bir şey değil." diyecek ve son sözü "Zulüm bizdense, ben bizden değilim." diyen Rachel'in destansı şiarının yanına not edilecek: "Filistin'e özgürlük!"

Coğrafyanın yazgısı, geçmişin coşkulu nehirlerinin yazgısına benzer. Nehirler yıllar sonra kadim yataklarından uyanarak çağ ehramı binaları nasıl yerle bir ediyorsa; coğrafyanın kadim milletleri de bir gün uyudukları, uyutuldukları, zulümle terbiye edilmeye çalışıldıkları topraklarda uyanacaklar ve türedi tüm zalimleri, özendikleri Firavun ve diktatörler yurduna gerisin geriye defedecekler. Ve yeryüzünde “insan, insanın yurdu” olduğunda insanlık için umutlar yeniden yeşerecektir.