Bazılarına bazı şeyleri anlatmak gerçekten ne kadar da zor. Aslında şöyle söylemek daha doğru; bazı insanlar ne kadar da çok direniyorlar anlamamak için! Tuhaf zira anlaşılmadığın zaman susmak en anlamlı hal geliyor bana. Ve susan insanların mukaddes bir fiili sabır ile yerine getirdiklerini düşünüyorum çok evvelden beri. Belki de bu bir tercih değil de bir mecburiyettir. Ama Cemil Meriç’in de dediği gibi “asıl yalnızlık anlaşılamamaktır” belki de. O yüzden bazı zamanlar hiç anlatmamış olmak anlaşılmamış olmaktan daha anlamlı geliyor bana.

Neyse, geçelim…

Geçenlerde beraber çay içmeyi sevdiğim dostlardan bir tanesi -ki bence çay herkesle içilmez. Ve bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa da bir bardak demli çayın hatırı henüz hesap edilememiştir- oradan buradan konuşurken sözün nasıl oraya geldiğini da anlamadığım bir anda

– “Bizim imtihanımız parayla be abi!” deyiverdi.

– “Bizim, derken?” dedim.

– “Bizim işte abi” dedi “bu ahir zamanda yaşayan bizlerin imtihanı parayla. Önceden hem de öyle çok önceden değil birkaç on sene evvel paramız yoktu ama bir davamız vardı. Şimdi ise her birimizin parası da var. Abilerimizin yıldızlı arabaları, jilet gibi takımları, makamları var ama davaları yok ve dertleri çok”

Aslında ne demek istediğini ve sözün sonunun nereye gideceğini kestirebilsem de anlamazdan geldim biraz.

– “E ne güzel işte” dedim “dert mukaddes değil midir?”

– “Bu öyle dert değil ki abi. Senin mukaddes dediğin dert bir ömürden fazla sürer. Bu onun gibi değil. Derdi kendi kadar ve kendi derdi kadar olan adamlar oluverdik işte” dedi.

Bir şey diyemedim. Sustum…

Neydi o söz? “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur” muydu? Tam öyle işte, tam da öyle. Belki de bizim imtihanımız da gerçekten budur. Bu imtihandan galip çıkana ne mutlu ama vah ki imtihandan kalanın haline…

Ezcümle, derdimiz dünya olmuş ama yine de dert değil…