Geçtiğimiz hafta özel ve bir o kadar da güzel bir dost ortamında muhabbet ediyorduk. Muhabbet ettiğimiz dostlarımız sinemacı, muhabbetimiz de sinema dünyasında adalet ve ideolojiye dair oldu. 3-5 sanatsever ve üreten ah edip ayrılıyor ama meselenin özünü hiç kimseye olması gerektiği gibi anlatamıyoruz. Aramızda geçen muhabbetten benim damıttığım ve dertlendiğim kısmı aktarıyorum.

Antalya Altın Portakal Film Festivali, Adana Altın Koza Film Festivali ve İstanbul Film Festivali Türkiye’nin önde gelen festivalleri. Bu kadar köklü olan festivallerin saygınlıklarını bazı noktalarda yitirdiklerini gözlemliyoruz. Hiçbir kurumun her şeyiyle beğenilebileceğini  düşünemiyorum fakat kurumsal ve ilkesel olan kurumlar saygınlıklarını hep korurlar. Antalya ve Adana’da yapılan iki festival de belediyelerin üstlendikleri ve özerkleştirdikleri organizasyonlar oldular. Belediyeler festivalleri organize edebilir mi? Organize etmek zor değil ama siyasi konjoktürde adalet terazisi şaşıyor. Türk Sineması’na yıllarını veren büyük isimler siyasi düşünceleri ya da görüşlerinden dolayı tek kalemde silinebiliyor.

Yapılan organizasyonlar sahiciliğini yitiriyor. 2 yıl önce film forumunda destek verilen filmler jüri üyeleri değiştikten sonra aday filmler seçkisine dahi alınamıyor. Kendisinden önceki jürinin ve festival organizasyonunun yaptığı tüm faaliyetleri günah, kendisinin yeni yaptıklarını ise hayırlı bir iş olarak gören bir zihin yapısıyla karşı karşıya kalıyoruz. Muhalefet ya da iktidar partisinden olmasının hiçbir önemi yok. Bu hal siyasetin sanatı yönetmesi, sinemayla kedi fare misali oynamasıdır. Yapılan filmler önemini yitirmiş, oy pusulalarındaki işaretli yerler ve ideolojik söylemler önem kazanmıştır. Tüm bu şüpheler hem Türk sinemasına hem de festival duruşuna ciddi anlamda zarar vermektedir.

Film emekçileri ve yönetmenler filmlerini çekip o festivalin duruşuna göre filmlerini yollayabilirler. Genellikle Cannes Film Festivali’nin tavrı ve duruşu tüm dünyada bilinir ve ona göre bir yol izlenir. Festivallerde bazı yönetmenlerin lobileri de olabilir. Hepimiz biliriz. Fakat ne yazık ki 2 yılda bir değişen festival yönetimi ve ideolojik tavrı bizim ülkemizde mevcut. Festivaller filmlerin desteklenmesinde, vizyon  önüne çıkıp kendini doğru ifade edebilmelerinde çok önemliler.

Hem seyirci hem de sinemacılar açısından adalet terazisi nasıl kurulur diye düşünmeli. Özerklik meselesi masaya yatırılmalı. Sinemamızı var edenler seyircilerdir. Seyirciden de çok ayrı bir noktada düşünen bir festival yönetiminin de ülke gerçekliklerine de ne kadar yabancı olduğunu görmekteyiz. Bu yaşadıklarımız her devrin insanlarının işine gelebilir fakat her devirde sadece insan kalabilenler dertli oluyor.

GALATA KULESİ ASLINDA KİME AİT?

Galata Kulesi İstanbul’un siluetini oluşturan efsane bir yapı. Geçtiğimiz günlerde restorasyonu tamamlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da organize ettiği bir açılış düzenlendi. Duvara yansıtılan Atatürk fotoğrafından dolayı bazıları İBB’nin bu açılışı organize ettiğini düşünüp teşekkür etti.

İnanın artık bu tavırlardan, ön yargılardan ya da yapılan güzel işlerden bile sıkılır olduk. Bu ülkenin bakanlığı ülkenin kurucusunun fotoğrafını Galata kulesine yansıtmasını bir taraf kabullenemiyor ya da duvara yansıtılan zenginlikler kabullenilemiyor. Galata kulesi 500 yılından bu yana İstanbul’un en değerli yapılarından olmuş.

Venedikliler, Cenevizliler, Bizans ve Osmanlı’dan günümüze kadar gelen zengin atmosfer bu yapıda buluşmuş. Daha zengin müzikler, resimler, oyunlar ve filmler bu yapının her bir yerine yansımalı. Özümüzde olan yansımalı ki zengin kalalım. İstanbul için Galata farklılığın zenginliğin ve sanatın buluşma noktası olmalı.