Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas resmi bir ziyaret için bu hafta Çin Halk Cumhuriyeti’ndeydi. Filistin-Çin ilişkilerinin 35. yılına denk gelen ziyaret normalde fazla dikkat çekmezdi ancak nisan ayında Çin arabuluculuğuyla İran ve Suudi Arabistan arasında yedi yıldır süren ilişkisizlik döneminin sonlandırılması, tüm gözlerin bu ziyarete çevrilmesine sebep oldu.

Zira Çinli yetkililer İran-Suudi Arabistan normalleşmesinin mümkün olmasını sağlarken, Orta Doğu’nun hatta dünyanın en eski çözümlenemeyen sorunlarından biri olan Filistin-İsrail çatışmasının sonlandırılması konusunda da inisiyatif almak istediklerini açıklamışlardı.

Dolayısıyla Abbas’ın bu ziyaretinde söylenen her söz büyük dikkatle takip edildi ve buradan bir barış anlaşması veya ona gidecek bir yol çıkıp çıkmayacağı üzerine değerlendirmeler yapıldı.

Bu değerlendirmelere ve konu hakkındaki kişisel görüşümüze girmeden önce ziyaret esnasında Çin ile Filistin arasında “stratejik ortaklık” anlaşmasının imzalandığını da belirtmek gerekir. Bu anlaşma ana konuyla ilintili görünmeyebilir ama kanaatimizce Çin’in Filistin’e bu süreçte kuvvetli bir destek verdiğini göstermesi bakımından çok önemli bir gelişmedir.

Keza bu anlaşmayla Çin’in şimdiye kadar Filistin’e yaptığı yardımların daha da artması söz konusu olurken, bu sayede Filistin’in bölge ülkelerine ve Batı’ya olan bağımlılığının biraz daha azalması mümkün hale gelecektir.

Gelelim Çin’in Filistin-İsrail sorununun çözümlenmesi hususundaki kapasitesinin değerlendirilmesine.

Takip edebildiğim kadarıyla çoğu Batılı uzman Çin’in henüz bu büyüklükte bir sorunu çözme kapasitesinin olmadığını ileri sürmekte. Bunu söylerken de Çin’in şimdiye kadarki karnesine bakıyorlar.

Aslında bu açıdan bakıldığında pek de haksız sayılmazlar. Ancak şimdiye kadar dünyanın pek çok bölgesinde muhtelif sorunlara mülaki olmuş ve bunların büyük bir kısmının da çözümlenmesine katkı sağlamış olan ABD’nin, mevzu İsrail olduğunda tarafsız kalamadığını ve bu nedenle iki tarafın da çıkarlarına hitap eden bir anlaşma kotarmak hususunda başarılı olamadığının da altını çizmek lazım.

Yani Çin’i arabulucu veya sorun çözücü geçmişi yok diye eleştirenlerin, ABD’nin de bu konuda pek çok girişime rağmen nihayetinde başarısız olduğunu da kabul etmeleri gerekir.

Bir diğer eleştiri ise Çin’in bölgeyi ve sorunun tarafı olan aktörleri yeterince tanımadığı için yeni bir barış planı hazırlamasının çok zor olduğu şeklindedir.

Çin tarafının bu eleştiriye verdiği cevap ise çok manidardır. Çinli yetkililer, ortada Birleşmiş Milletler tarafından yıllardan beri kotarılagelmiş ve haylice müktesebatı bulunan iki devletli bir çözüm planı dururken yeni bir plan hazırlamaya gerek olmadığını dile getirmektedirler.

Gerçekten de bu sorunu çözmeye kim soyunursa soyunsun, yapacağı en iyi şey yeni bir plandan ziyade mevcut planın hakkaniyetle uygulanmasını sağlamak olacaktır.  

Çin’in yetersizliği üzerine yapılan eleştiriler bir yana, ABD’nin son dönemde Orta Doğu’yla yeterince ilgilenmediği ve tüm mesaisini Pasifik’e ayırdığı da herkesin malumudur. Hal böyle olunca Orta Doğu’da ortaya çıkan boşluğun Çin veya başka bir aktör tarafından doldurulması kadar doğal bir şey olamaz. 

Yukarıda bahsedilenlerden bağımsız olarak Çin’in bölgeye olan ilgisinin sadece insani sebeplerden kaynaklandığını söylemek de doğru değildir. Zira özellikle Kuşak-Yol Projesi nedeniyle doğu ile batı arasındaki tüm geçiş yolları Çin’in yakın markajındadır. Buna ister ekonomik çıkarlarını öncelemek deyin isterseniz de rasyonalite, ama sonuç olarak Çin’in bu hat üzerinde sorun istemediği ortadadır.

Hattın istikrarı ve sürdürülebilir olması için bütün imkânlarını kullanan Çin, şimdiye kadar bölgeye 250 milyar dolarlık bir kaynak aktarmış durumda. Bu kaynağın yaklaşık 10 milyar dolarlık kısmı da İsrail’in cebine girmiş.

Dolayısıyla Çin’in sadece Filistin ile yakınlaşıp, meseleyi tek muhatap ile çözmeyi düşünmediği anlaşılıyor. Ancak önünde önemli bir zorluk var. Bu da İsrail’in ABD ile olan aşırı yakınlığı hatta stratejik ortaklığı.

Bu durum Çin’in taraflar arasında bir barış anlaşması imzalanmasını mümkün kılmasına engel olur mu? Olabilir.

Zira ABD bu konuda çok agresif. Bunun emarelerini Hayfa limanının özelleştirilmesi ve İsrail’in 5G altyapı ihalesi sürecinde gördük. Her iki iş için de Çinli firmalarla görüşen ve çok makul teklifler alan İsrail, ABD’nin baskısı nedeniyle Çinli firmaları bu ihalelerden men etmek durumunda kalmıştı.

Ayrıca ABD’nin İsrail iç politikası üzerinde de önemli bir etkisi var. Her ne kadar mevcut hükümet ile ABD yönetimi arasında bir soğukluk olsa da nihayetinde ABD İsrail’in en önemli destekçisi ve yegâne müttefiki durumunda. Haliyle İsrail’in Çin mi yoksa ABD mi diye bir tercih yapması mümkün değil.

Buna mukabil İsrail’de haftalardır süren hükümet karşıtı protestolar nedeniyle başbakan Netanyahu’nun ABD’yi suçladığı da bilinmekte. Buna bir de ABD ile İran arasında devam eden nükleer görüşmeler de eklenince, mevcut İsrail hükümetinin sırf Biden yönetimini zora sokmak için bile Çin ile yakınlaşabileceği iddia edilse de, İsrail’deki hükümet dışı güçlerin buna izin vermeyeceği değerlendirilmektedir.

Her şeye rağmen Çin’in muhtemel arabuluculuk girişimi durumunda İsrail’in barışı istemeyen taraf olarak görülmesi de bir hayli risklidir. Çünkü şimdiye kadar bölgede süren çatışmalar için Filistin’i ve onun arkasındaki güç olarak da İran’ı suçlayan İsrail’in, önerilen anlaşmayı kabul etmemesi durumunda inandırıcılığı kalmayacaktır.

Böyle bir durumda özellikle AB ülkelerinin sözde terörle mücadelesine verdiği destek de tartışmalı hale gelecektir. Ayrıca İbrahim Anlaşması vesilesiyle bölge ülkeleriyle başlattığı normalleşme süreci de tehlikeye girecektir. Zira İbrahim Anlaşması’na taraf olan ülkelerin en önemli motivasyonlarından biri de bölgede barışın tesis edilmesi ve istikrarın sağlanması olmuştu.

Bakalım önümüzdeki günlerde bu konuda ne gibi gelişmeler olacak. Çin, 75 yıldır çözülemeyen gordiyon düğümünü çözen taraf olabilecek mi?

Yoksa ABD, küresel hegemonyasına halel getirmemek için İsrail’e baskı yaparak masaya oturmasını mı engelleyecek? Ya da İsrail ABD’nin arkasına saklanarak barıştan imtina mı edecek?

Nihayetinde kimin gerçekten barış isteyip istemediğini yakın zamanda öğreneceğiz.