1258 yılının Şubat ayında, İslam dünyasını bir “çekirge sürüsü gibi” istila eden Moğol Hükümdarı Hülagu, Bağdat yakınlarına kadar ulaşmıştı. Abbasi Halifesi Müs’tasım Billah, hilafetin merkezini kanının son damlasına kadar koruyacağına yeminler içiyor, vezirlerinin Moğollara haraç verip işgali önleme yönündeki tekliflerini ise reddediyordu.

İBN’ÜL ALKAMİ’NİN İHANETİ

Oysaki, “ihanet halifenin sarayını teslim almıştı” bile. Hakkında İranlı ya da Kufeli olduğu konusunda çeşitli rivayetler bulunan Şii Başvezir İbn’ül Alkami, gizlice Hülagu’yla görüşmek için saraydan ayrıldı. Geriye döndüğünde, işgalden sonra vezirlik görevine devam konusunda güvence almış; karşılığında ise Bağdat’ın tüm savunma planlarını hediye etmişti. Birkaç gün içerisinde Hülagu, ordularıyla Bağdat’ı yerle bir etmeye başladığında, halife koşulsuz olarak teslim olacak, fakat işkence ile öldürülmekten kurtulamayacaktı.

Moğollar, şehri yağmaladıktan ve bir milyona yakın Müslüman’ı kılıçtan geçirdikten sonra Bağdat’tan ayrıldılar. Halifeyi öldürtmesi için Hülagu’yu kışkırtan İbn’ül Alkami, kendisine vadedildiği gibi vezirlik makamında kaldı. Fakat, Moğollar, makamına atlarıyla girerek onu aşağıladılar. Tüm cami ve medreseleri Şii mezhebine dönüştürme talebini ise geri çevirdiler. İbn’ül Alkami, işgalden birkaç ay sonra hastalandı ve aşağılanmış, Müslüman halkın nefretini kazanmış olarak utanç içinde öldü.

Onun hikâyesi, Irak’ı ABD’ye teslim eden Şii liderlere ne kadar benziyor. Hz. Hüseyin’i yarı yolda bırakan Kufe halkı gibi; İran’da örgütlenip, işgalden sonra Müslüman Irak halkına türlü eziyetler eden Şii örgütler olmasaydı, Irak bugün paramparça olur muydu?

MAKAMLARI VAR, FAKAT ARTIK IRAK YOK

Moğolların çağımızdaki versiyonu ABD’ye Bağdat’ın kapılarını açarak, tam 17 yıldır Abbasi Hilafeti’nin mirasını işgalcilere “küçük makamlar” karşılığında peşkeş çekenler, ağzını bir ejderha gibi açan bu sefih işgalcinin kendileriyle işi bitince ortada kaldılar. Tıpkı İbn’ül Alkami gibi aşağılanmış ve çaresiz durumdalar.

Moğollar zenginlikleri elde etmek için gelmişlerdi, tıpkı ABD’nin petrol için gelmesi gibi. Bu zenginlik kendilerine de yar olmadı. Arkalarında büyük bir enkaz ve asırlarca kapanmayacak yaralar bıraktılar.

Irak’taki “Dava Partisi, Mehdi Ordusu, Irak Devrim Konseyi” gibi İrancı Şii Örgütlerin artık hiçbir işe yaramayan, işgalcinin istediği noktayı füzeleriyle vurabildiği makamları var. Ellerinde ise Felluce’nin, Ramadi’nin, Diyala’nın, Kerkük ve Musul’un Sünni Müslümanlarının kanları.

Şimdi, ABD tarafından kurulan parlamentolarında, “ABD askerlerinin kovulması için kararlar” alıyorlar. Oysaki, ülke çoktan en az üç parçaya bölünmüş durumda.

Vatanlarını işgalciye yedirmemek için yüz binlerce Iraklı şerefleriyle öldüler. Şehirleri tarumar oldu. Milyonlarcası hicret etti.

Üç kuruşluk makamlar için işgalciye Bağdat’ın kapılarını açanların sonları ise ataları İbn’ül Alkami gibi olacak. Çünkü, ihanetin “en büyük cezasını” daima hainler çeker.