Aynı kıbleye dönenler, aynı mezarlıklara gömülüyor ama aynı safta duramıyor… Ne hazin bir çelişkidir bu. Ne büyük bir acı. İslâm coğrafyasının dört bir yanında, Müslüman kanı akıyor. Ve ne yazık ki, çoğu zaman bu kanı döken, başka bir Müslüman oluyor.
Birbirine düşman edilen halklar… Birbirine silah doğrultan komşular… Mezhep farkını, etnisite ayrımını, iktidar hırsını dinin, aklın ve vicdanın önüne koyan yöneticiler… Ve tüm bunları el ovuşturarak izleyen, hatta gizlice yönlendiren dış güçler.
Yüz yıl önceki işgalciler, bu coğrafyadan askeri çekmiş olabilir. Ama fitnelerini, sınırlarını, çatışma tohumlarını bırakıp gittiler. Bugün hâlâ o mayınlara basıyoruz. Hâlâ birbirimizi o sınırlar üzerinden yargılıyor, ötekileştiriyor, düşman görüyoruz.
Oysa ümmet bir bütündür. Siyahıyla beyazıyla, Arap’ıyla Acem’iyle, Türk’üyle Kürt’üyle... Aynı kitap, aynı peygamber, aynı dua... Ama bugün haritaya baksanız, sanki onlarca farklı dinin, onlarca ayrı kültürün insanlarıymışız gibi birbirimize düşmanız. Hatta bazen düşmandan da beter.
Yemen’de Müslüman Müslümanla savaşıyor. Suriye’de yıllardır oluk oluk akan kanın altında ne yazık ki birbirine karşı savaşan mezhep mensupları var. Libya’da, Sudan’da, Irak’ta, Lübnan’da hep aynı senaryo: “Kardeş kardeşe düşsün, biz seyredelim.”
Kim izliyor bu yangını? Kim seviniyor bu karmaşaya?
Kimi zaman Amerika, kimi zaman Rusya, kimi zaman Avrupa Birliği… Ama hepsinden istikrarlı olan bir yapı var ki, o da siyonizm. İsrail, kendisine tehdit olabilecek hiçbir İslâm ülkesinin istikrarlı olmasını istemiyor. Ve bu uğurda bütün gücünü, Müslümanların birbirine düşman kalması için harcıyor.
Hatırlayalım: İsrail Gazze’yi bombalarken, Arap Birliği toplantısı iptal ediliyordu. Filistinli çocuklar ölüme mahkûm edilirken, bazı Arap ülkeleri Tel Aviv’le “normalleşme anlaşması” imzalıyordu. Yetmedi, bazıları İsrail’e karşı tek kelime etmediği hâlde, diğer Müslüman ülkelerle gerilim yaşamaktan çekinmiyordu.
Niye böyle?
Çünkü sömürgeci akıl şunu çok iyi biliyor: Birlik olmuş bir İslâm dünyası, sadece ekonomik değil, ahlâkî ve askerî bir güçtür. Adaletin, mazlumun, hakkın yanında dura-bilecek tek potansiyel blok, İslâm ülkeleridir. Ve bu güç, bir araya gelirse İsrail’in ırkçı, yayılmacı ve katliamcı politikaları için bir tehdit doğar.
Bu yüzden yıllardır bizi “şu mezheptensin”, “şu ırktansın”, “o Arap, bu Türk, şu Fars” diye bölmeye çalıştılar. Ve ne acı ki başarılı da oldular.
Biz hâlâ “kim haklı” kavgası yaparken, siyonizm haritada yeni yerler çiziyor. Kudüs’ü başkent ilan ediyor. Mescid-i Aksâ’yı yakıyor. Çocukları öldürüyor. Yerleşim yerlerini genişletiyor.
Biz hâlâ “kimin yanında durayım” diye hesap yaparken, emperyalizm yeni işgal planları çiziyor. Petrolü kimden alacağını, hangi limanı hangi askeri üsse çevireceğini, hangi kuklayı iş başına getireceğini belirliyor.
Biz hâlâ birbirimize düşkünken, mazlumlar yalnız kalıyor. Kur’ân ne diyordu?
“Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kar-deşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurât, 10)
Peygamberimiz ne diyordu?
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez.”
Ama biz bugün, Müslüman’ı Müslüman’a zulmettiriyor, Müslüman’ı düşmanına teslim ediyoruz. Bu nasıl bir gaflettir? Bu nasıl bir amnezi hâlidir? Ümmetin hafızası silinmiş gibi… Bugün İsrail’in güvenliğini sağlayan en büyük faktör, İslâm ülkelerinin birbirine düşman olmasıdır. İran ile Suudi Arabistan’ın çatışması, Türkiye ile Mısır’ın küs kalması, Pakistan ile Arap dünyasının soğukluğu, hepsi İsrail’e hizmet ediyor. Kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı…
Peki bu kader mi?
Hayır. Tarih, Müslümanların birlik olduğunda ne zaferler kazandığını defalarca yazdı. Selahaddin’in Kudüs’ü fethinden tutun, Osmanlı’nın üç kıtadaki adaletine kadar... Ne zaman bir araya geldik, o zaman güç olduk. Ne zaman ayrıldık, o zaman sömürüldük. Bugün yeniden ümmet bilinci inşa edilmeli. Mezhep değil merhamet, ırk değil inanç, çıkar değil kardeşlik ön planda tutulmalı. Kardeşin kanı üzerine siyaset değil, kardeşin duası üzerine gelecek inşa edilmeli.
Çünkü eğer biz birbirimize düşersek, hepimiz birden kaybederiz. Ama omuz omuza durursak, ne Amerika’sı, ne İsrail’i, ne de başka bir güç bizi yıkamaz.
Artık bu gerçeği görmek, bu gaflet uykusundan uyanmak zorundayız. Ümmetin uyanışı, sadece bizim değil, mazlum coğrafyaların da umudu olacaktır.