Geçen yıl ABD’nin New York kentinde açılan Türkevi’nin Türk diplomasisinin dinamik yönünü ve Türkiye’nin uluslararası toplum içindeki yerini her bakımdan güçlendirdiğini görüyoruz. Birleşmiş Milletler binasının tam karşısında bulunan Türkevi, Türkiye’nin diplomasi kariyerinde nereden nereye geldiğini tek başına anlatmaya yetiyor. Nitekim bu yıl 77’ncisi düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Görüşmelerinde Türkevi’nin uluslararası diplomasideki bu rolü kendisini fazlasıyla gösterdi.

Türkevi, barışçı ve reformcu söylemlerle uluslararası sistemi eleştiren, onu değişime zorlayan önemli bir sembol olmaya aday bir mekândır. O nedenle bu binayı sadece devlet adamlarının görüşmeler yaptığı bir mekân olarak tasvir etmemek gerekiyor. Diğer taraftan Türkevi, Türkiye’nin dünyada kendisine yeni bir yer arayışının sembolüdür. Bu arayış, Türk diplomasisinin siyasal fikriyatını yansıtması bakımından oldukça değerlidir. Son olarak Türkevi, oryantalizmle harmanlanmış Batı diplomasisine bir meydan okumadır. Tüm bunları sağlıklı bir şekilde etüt etmek gerekiyor.

Türkevi’nin yakın gelecekte diplomasinin en çetrefilli konularının tartışıldığı, kulislerin yapıldığı üst düzey bir mekâna dönüşeceği şimdiden bellidir. Bu durumun Türk diplomasisine sınıf atlatacağı çok açıktır. Dünya sorunlarının tartışıldığı, diplomasi kulislerinin yapıldığı bir mekâna ev sahipliği yapmanın sağlayacağı diplomatik avantajları tahmin etmek hiç de zor değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi dünya diplomasisinde egemen bir oyuncu yapmak için Türkevi’ni hayata geçirdiği kolaylıkla anlaşılabiliyor. Fakat buradaki en büyük ayrıntı, Erdoğan’ın diplomasi oyununu Batı kurallarına göre oynamayı reddettiğini açıkça belirtmesidir. Zaten Erdoğan’ın farklılığı Batı diplomasisinin geleneksel prensiplerini kendisine rehber edinmemesinden ileri geliyor.

Dahası Erdoğan’ın içinde yaşadığı zamanı ve uluslararası ilişkilerin yönünü anlama yeteneğine sahip bir lider olması. Türk halkının, uluslararası işlere karşı duyduğu ilginin derinliği de Erdoğan’ın başarısının büyüklüğünü daha iyi göstermektedir.

Uzun süredir çoğu kimsenin merak ettiği konu, Erdoğan’ın Türkiye’nin ağırlık merkezini hangi yöne kaydıracağına ilişkindi. Bu hususta birçok tartışmaya şahit olundu. Onun hedefi tüm coğrafyalarda var olan bir dış politika inşa etmekti. Bu yüzden Türkiye’yi ne Doğu’ya ne de Batı’ya sabitledi. Bu sayede dış politikaya moral üstünlüğü getirmeyi amaçladı. Batılı güçler, kırılmaların yaşandığı topraklarda var olan sistemi bilinen yöntemlerle tekrar kurmak isterlerken buna karşı çıkan liderin Erdoğan olması, bu nedenle şaşırtıcı değildi.

Açık söylemek gerekirse Erdoğan’ın yakın dönemde takip ettiği bu denge siyaseti, şimdiye kadar Türkiye’nin izlediği en gerçekçi güç dengesi siyasetlerinden biridir. Bu nedenle Erdoğan liderliğindeki Türk diplomasisi, kimi zaman sertleşmiş, kimi zaman da aşağıdan alarak dengeyi başarılı bir şekilde korumayı bilmiştir.

Yukarıdakilerin yanında Türkiye’nin öncelikle yapması gereken önemli bir iş de hudutları çevresindeki ve özellikle de çalkantılı Orta Doğu’daki karışıklıkları başarılı bir şekilde yönetmesidir. Zira Orta Doğu ve çevresinin istikrarı ile Türkiye’nin istikrarı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.