Bir kere bilelim ki bu söz insanı küfre götürür. Kur’an kullara asla yetmez. Onu hayata geçirmek için; “konuştuğu zaman nefsinden, hevâsından konuşmayan” ve Allah tarafından bizzat kendisine "Şarilik" yani kanun koyma yetkisi verilen Allah Rasülü (s.a.v.) Efendimiz, Kur’an’ı hayata geçirmek üzere gönderilmiştir. Eğer Kur’an hepsini içine alsaydı, ciltler dolusu kitap olurdu. Hâlbuki, o bir anayasadır. Onun açıklayıcısı Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). İnsanlar onu dışlarsa helak olurlar. Bu önemli konu ayetlerde açıkça zikredilmiştir.

ÇOK ACI

İslamoğlu grubu böyle diyor. Gerçekten bunlar felaket. Hutbelerine nasıl izin veriliyor? Bilmiyorum. Hiçbir usul ve erkân yok. Nasıl da medyayı dolduruyorlar. DİB'in bunlara düzenli bir şekilde cevap vermesi gerekiyor. Hem de bizzat sosyal medyada. Kimse fetvaları ya da kitapları okumuyor artık. İlim ehli susarsa büyük vebali var. 1996 da SÜ Kampüs Camii'nde İmam Hatip iken çıkan Müslüman Gencin El Rehberi 3 adlı kitabımda, bu konuya uzun bir bölüm ayırmıştım. On binlerce üniversite gençliğine ve halka da dağıttık elhamdülillah. Büyük bir ilgi gördü. Ama son yıllarda güya ilim ehli ve anlı - şanlı adamlar da "erike" hadisinde geçtiği üzere; "rahat koltuklarında otururken, bize Allah'ın Kitabı yeter," diyenler çıkacağını haber vermişti Efendimiz (s.a.v.) orada ya. O günlerde Y. Nuri ile başlayan bu inkâr; İslamoglu -iyi bir İslam âlimi olan babası onu reddetti, sapıttı diye- Okuyan, Öztürk, Bayraktar, Bayındır, Güler, Taslaman, vs. devam edip büyüdü ne yazık ki. Hem öyle inkârları var ki, akıl almaz. Sonra “Kur'an'a göre Sünnet” diye müstakil bir kitap yayımladım.

Geçen yıl da "Kur'an ve Sünnet'e Saldırılara Cevaplar” diye, bizzat isimlerini zikrederek hacimli bir kitap çıkardım. Gerçekten felaket bu adamlar. Güya İslâm ve Kur’an ehli olarak ehl-i küfre maşa oluyorlar. Bunların bir kısmı da Kuramer’de yazıyor. Artık DİB bunları görmeli. Fetva yetmez. Her yerde yayınlanabilen cevaplar verilmeli. Bölüm bölüm doğrular anlatılmalı. Allah şerlerinden korusun bu yerli oryantalistlerin. Bunlar onların maşası. Kur’an’a direk saldıramayınca hadislere saldırdılar, sonra Kur’an kıssalarına tarihsel dediler. Sonra "bu ayetler Allah’ın sözleri olabilir mi" dediler, sonra da "şu ayetler kalkmalı" dediler. Bu konuya hükûmetimizin de hassasiyetini bekliyoruz. Bu gidiş iyi değildir. Taraftarları çoğalmaktadır. İleride bir FETÖ benzeri olup itikadımızı alt üst edebilirler. Zaten bu, toplumda çok açık olarak kendisini göstermektedir. Kör oyunu yapmamalıdır. Akademisyen görüşü diyerek güya Prof. ve Doç.'lere susanlara da deriz ki; Allah Rasülü hayatta olsaydı acaba ne derdi? Bir de Rabbimiz ne diyor onlara acaba? İman bir bütün değil midir?

RASÛLULLAH’IN HÜKMÜ, ALLAH’IN HÜKMÜ GİBİDİR

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hükmü Allah'ın (c.c.) hükmüdür. Herhangi bir mü’min hakkında Efendimiz bir karar vermişse ya da bir konuda O, bir hüküm vermişse, mü’min kişi uymak mecburiyetindedir:

“Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettikleri zaman mü’min erkek ve mü’min kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 33 Ahzab 36.

Buna benzer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyrulur:

“Her kim kendisi için hak yol apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka bir yola tâbî olursa; onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” 4 Nisa 115.

Diğer ayetlerde ise şöyle buyrulur:

“Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.” 9 Tevbe 63.

“Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” 4 Nisa 14.

“Her kim de Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse bilsin ki, Allah’ın cezası şiddetlidir.” 8 Enfâl 13.

O, KANUN KOYUCUDUR

Yukarıda da geçtiği üzere, şu ayet-i kerime bu gerçeği en güzel şekilde özetler:

“Kim Rasûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur.” 4 Nisa 80.

İşte; “Ben Allah’a yani Kur’an’a uyarım, O bana yeter, peygamber de insan, ben de insanım, Kur’an’ı ben de anlarım” diyebilen insanın âkıbeti. Daha fazla söze ne hacet var?

Bir yolculuğa çıkan insanın bile, yanına bir rehber alması, ya da en azından haritayla birlikte gerekli bilgileri edinmesi gerekirken, acaba bir kimsenin Sünnet'i rehber edinmeden Kur’an’ı anlaması mümkün olabilir mi?

O, bu kısır aklıyla neyi anlayabilir ki? Kendisini destekleyecek nesi var acaba? Tertemiz ve pırıl pırıl bir hâl içerisinde mi? Bir peygamberle nasıl boy ölçüşebilir ki? Zaten bu neticede tamamen küfürle sonuçlanır. Ne yazık ki böylesine akımlar kâfirleri sevindirmekten başka bir şeye de yaramıyor.

Hâlbuki, Cibril Hadisi gibi önemli hadisler, bizzat hadislerin de vahiy kaynaklı olduğunu açıkça göstermektedir. Cebrail aleyhi’s-selamın Sevgili Peygamberimize sorular sorup tasdik etmesi ve Peygamber Efendimizin, “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi,” (Müslim, Îmân 1, 5.) demesi, bu gerçeği teyit etmektedir.

İşte bu gerçekler yine şu hadisi hatırlatmaktadır: “Dikkatinizi çekerim! Bana Kur’ân’la birlikte onun benzeri (yani Sünnet) de verildi…” Dârimî, es-Sünen, mukaddime 49; Ahmed, IV, 130 – 131; Ebû Dâvûd, Sünnet 6.

SÜNNET'E KARŞI OLUMSUZ TAVIR ALAN GRUPLAR

Öncelikle bu konuda ileri-geri konuşanlara bakalım. Genel olarak onları dört grupta toplamak mümkündür:

1-Sünnet’e gerek duymayanlar; bunlar artmaya başladı. Tahribatları çok büyüktür. Onlar; O da insan, biz de insanız, Kur’an’ı biz de anlarız, derler. Bu, doğrudan küfürle sonuçlanır.

2-Sünnet’i teşri’ makamında yani, yeni bir hüküm koyma konusunda yetkili saymayanlar; “Peygamber dâhil hiç kimse yeni bir hüküm koyamaz,” derler. Bu da Sünnet'i ciddiye almamayı beraberinde getirir ve küfre götürür. El altından, çaktırmadan bunu yapıyorlar.

3- Müsteşriklerden etkilenerek onun Sünnetinin bize kadar ulaşmasında aşırı tereddüt gösterenler.

Ne yazıktır ki şüphenin bu kadarı onları pek çok hadisin inkârına götürmüştür. Fakat bu bölümde, haklı olarak mevzu/uydurma rivâyetine karşı çıkan ilim ehlini ayırmamız gerekir. Zira bu durum Sünnet'in korunmasıdır. Bir âlimin bu noktadaki hassasiyeti de, çok tabii karşılanır. Zayıf hadislerin de durumu belirtilmelidir ki onlar, sadece fezâilü'l-amel (faziletli ameller) hususunda değerlendirilir.

4-Bir de İslâm’ı zamanımızdaki Batılı akımlarla bağdaştırmaya çalışanlar.

Bu bir aşağılık duygusundan ileri gelmektedir. Hâlbuki İslâm’ın buna hiç ihtiyacı yoktur. Kendi anlayışımıza göre bu eşsiz dîni batı düşüncesiyle anlaştırmak ne haddimize! Rabbimizin bir acziyeti mi var hâşâ! Kişi bilmelidir ki, tahrif olan dinlere tesir eden âmillerden birisi de, böyle düşünenlerdir.

Aslında hepsinin yukarıda dile getirilen bu iddiaları, kendilerinin hadis ilminden habersiz olduklarını gösterir. Sünnet’e mutlak ihtiyaç vardır. Namazın rekât ve şekli bile Sünnetten gelmiştir. Sünnete rivayet deyip atanlar, acaba namazı kılıyorlar mı, kılıyorlarsa nasıl kılıyorlar?

Evet. Kur’an’ı anlamak, önce Kur’an’ın diğer ayetleriyle -ki açıklamışsa o da Peygamberimizden alınmalıdır.- Sonra yine bu konuda Allah’ın Rasül olarak seçtiği Peygamberimiz iledir. İslâm’ı yaşamak ancak Hz. Peygamber'i (s.a.v.) tanımak, sevmek ve O’nun yaptıklarını yapmakla mümkün olur. İman bile şehadetle mümkün olur ki, onda Rasulullah da vardır. Sadece Allah’a imanla asla mü’min olunmaz. Deist olunur Allah korusun!

Sünneti çekseler Kur’an yaşanmaz. “Ehl-i Sünnet” tabiri bunu ne güzel açıklar ki bu, aynı zamanda büyük bir şereftir. Tekrar edelim; Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) teşri’ makamındadır. Cenab-ı Hakk’ın belirtmediği bir konuda hüküm koymuştur. Tabii ki o, Allah’ın gözetimi altındadır ve gerektiğinde düzeltilmiştir. Zaten şu ayet her şeyi özetliyor: “O kendi hevasından konuşmuyor. O (konuştuğu, kendine) vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.” 53 Necm 3-4.

“Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Sünnet’inin büyük bir bölümü teşri’ amaçlı olup, Müslümanları bağlayıcı özelliktedir.” Bkz. Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslâm Düşüncesinde Sünnet, Ank., 1999, s. 69.

Üçüncü iddiaya gelince; okumuş olsalar bilirlerdi ki;

Hadis âlimleri büyük çabalar göstererek, bu konuda en ince teferruata kadar inmişler, nice çileler çekmişler, hadislerin hükmünü belirtmişlerdir. Bu tabii ki uzunca bir konudur. Dereli, Muzaffer, Kur’an’a Göre Sünnet, 2016 Konya. sh. 50.

SONUÇ

Müsteşrik Goldziher (onun hadislerle ilgili görüşleri için Muhammedanische Studien adlı eserinin ikinci cildine bakılabilir) (1850–1921) ve benzerlerinin Sünnet ve onu oluşturan hadislerle ilgili ortaya atmış oldukları iddialar, daha önceki asırlarda da gündeme getirilmişti. O günün seçkin âlimleri bütün bunlara gerekli cevabı vermişlerdi. İşte bunlardan birisi de İmam-ı Şâfiî Hazretleri'nin (r.a.) El-Ümm adlı kitabında verdiği cevaplardır. Sözlerinin sonunda İmam Şâfiî (r.a.) şöyle der:

“İster toplum, ister kendisi tarafından bilgin olduğu söylenen hiçbir kimsenin, Rasûlullah (s.a.v.)’in buyruklarına uymanın ve kendisinden sonra gelecek olanlara ancak O’na bağlanmanın Allah tarafından farz kılındığına muhalefet ettiğini duymadım. Allah Teâlâ bize ve bizden sonrakilere Rasûlullah (s.a.v.) ile ilgili haberlerin kabul edilmesini farz kılmıştır.” Bkz. eş- Şâfiî, el-Ümm, Daru'l-Ma'rife, Beyrut, 1990, 7/301 vd.

İbn Hazm (ö. 456/1076) ise Sünnet’e saldıranlara şöyle cevap verir:

“Hangimiz Kur’an’da öğle namazının farzı dört, akşamın üç rekâttan meydana geldiğini, rükû ve sücûdun bu biçimde ve özellikte olduğunu, kıraat ve selâmın da şöyle olduğunu gördü?

Ayrıca oruçta kaçınılması gereken şeylerin açıklanması, gümüş ve altından alınacak zekâtın mâhiyeti, hangi mallardan zekât alınacağı, Haccın Arafat’taki vakfeden itibaren gerektirdiği davranışları nereden bilecektik? Bu durumda herhangi biri eğer:
“Biz ancak Kur’an’da olanlarla amel ederiz” derse, durum bütün anlamıyla onun kâfirliğiyle sonuçlanır.” İbn Hazm, el-İhkâm, 1/96 vd.