Çokça habere konu olan terör örgütlerinin, ABD ve Avrupa devletlerindeki rahat ve iltifat gören hatta ödüllendirilen konumları elbette birçok açıdan masaya yatırılmayı gerektiriyor…

Kendi ülkesine ihanet eden birinin, ABD’de ve ABD için “vatansever” ödülüne layık görülmesi yeteri kadar mesaj içermiyor mu?

Bu durumun birçok boyutu var aslında: siyasi, tarihî, ekonomik, sosyolojik, teolojik, antropolojik, ideolojik ve hatta psikolojik olarak… 

Bu yazı, bütün başlıkları derinlemesine incelemekten elbette acizdir…

Hem formatı hem de hacmi açısından böyle bir şeye kalkışması mümkün olamayacak...

Bu yönüne işaret etmekle yetinip, ilgilenebileceğimiz kısmına geçelim...

Daha önceki yazılarımda da Avrupa’nın içinde bulunduğu sıkıntılara değinmiştim…

Bu defa da farklı bir analiz olacağını düşündüğüm bir boyutunu siz okurlarımın zihinsel murâkabesine arz etmekle yetineceğim...

Maalesef bugüne kadar hep terör örgütlerinin silahlarıyla ve barbarlıklarıyla Doğu'yu, İslâm coğrafyasını kendilerine mesken edinmeye çalışmalarını değerlendirmek zorunda kaldık…

“Burada ne işleri var, bunları kimler ve ne için besliyor?” tarzında birçok soruyla da meseleyi tartışmaya açtık...

Hâlâ da tartışıyoruz gerçi...

Fakat doğuya ait malum tartışmalar devam ederken bir başka konuyu, Avrupa’yı terör örgütlerinin farklı bir boyutta, nasıl ve neden mesken edinmeye çalıştığını da tartışmaya açmak durumundayız…

Terör örgütleri Doğu'da katil ve barbar yüzleriyle insanlığın karşısına dikilmişken, Batı’da sözde siyaset, diplomasi, ezilenlerin hakkını arayan bir özgürlükçü olarak ağırlanıyorlar...

İlişki biçimiyle de yine Avrupa’nın riyakâr tutumlarına sığınmış olarak karşımızdalar…

Devletler ile terör örgütleri arasındaki bu ilginç ama menfaate dayalı ilişkinin, en başta siyasi ve ekonomik amaçlar için kullanıldığı aşikâr...

Batı, son dönemlerde ciddi bir lider sorunu yaşarken, birbirlerine çok da fazla fark oluşturamayan siyasi figürler, özellikle de zayıflayan ekonomiye bağlı sorunların beslediği ırkçı partiler, oylarını artırmak için terör gruplarını, kendi ötekilerine karşı kullanmaya devam ediyorlar…

Yani artık sadece Doğu'nun istikrarsız iktidarlarından ve onu fırsata çeviren terörden değil, Avrupa’nın da istikrarsız hükûmetlerinden ve onu fırsata çevirmeye çalışan/çalışacak terörist yapılarından da bahsetmek gerekir demek istiyorum...

Meselenin bu boyutu Batı için “Çağdaş Batı” vs. gibi bazı sloganlarla örtülemeyecek kadar ciddidir artık…

Avrupa çok iyi bilmelidir ki bu ilişki sakat bir ilişkidir...

“Demokrasinin gereği” maskesiyle sakladıkları hem dışarıdaki hem de kendi içlerindeki farklılıklara karşı “koz” olarak kullandıkları bu yapılar, kendilerine tanınan bu propaganda serbestisiyle, Batı’nın -ABD de dahil- değerler sisteminin kodlarını mutlaka bozacaktır...

Avrupa ve ABD gelecek nesillerini de tehdit eden bu durumun bir an önce farkına varmalıdır…

“Batı’da terörün felsefeni, ilişkilerini, ekonomisini geliştir, Doğu'da uygula” diyen bu terörist yapılar; Avrupa’da zaman içerisinde elde ettikleri kazanımlarını da kolay kalay terk etmeyeceklerdir...

Batı bir gün “bu terör yapılarıyla işim bitti” dediğinde, terör örgütlerinin, “ama bizim sizinle işimiz bitmedi” diyecekleri muhakkaktır...

Sonuç olarak şunu demek istiyorum: Kısa vadede Erdoğan’ı uzun vadede de Türkiye’yi “bertaraf” etmek üzere giriştikleri bu süreç, gelecekte de teşne olanların bertaraf edilmesiyle sonuçlanabilir...

Konfora alışmış Batı toplumu için çok daha dramatik sonuçlara gebe bu terör tehdidi, onu hafife alanların en büyük sınavı olacak gibi…

Bizden söylemesi…