Özellikle son günlerdeki yalan ve çarpıtmaların nasıl bir etki gücüne sahip olduğunu anlayabilmek için kitleler psikolojisini -özellikle dijital kitleler- çok iyi anlamak gerekiyor.

Sosyal medya, “yol izleyenler için tekerleğin izini sürekli derinleştirme” görevini bihakkın yerine getirmeye devam ediyor; aynı ya da benzer yalanları çok hızlı ve tekrar tekrar yayarak yapıyor bu görevini.

Hemen hemen bütün ahlaki erdemleri tehdit ettiği gibi siyasi erdemleri de tehdit etmeye devam ediyor bu vasfıyla…

“Kitle insanı isimsiz ve sorumsuzdur” hakikati, bireyi kuşatan sorumluluk duygusunu ortadan kaldırdığı için her şeyi yapabilme, her sözü söyleyebilme, her paylaşımı yapabilme cesaretinin de kaynağına dönüşüyor.  

Kalabalıklar felsefi düşünceleri değil de sıradan sözleri bir araya getirebilme yetisiyle hareket ettiği için kitle içerisindeki bilinçli kişilikler de yok olup gidiyorlar.

Kitle insanı, ister profesör ister sıradan bir vatandaş olsun; kitle içindeyken oluşan tek bir kitle varlığına dönüşürler.

Tek başına iken çok daha bilinçli ve temkinli hareket eden birey, kitle içerisine dâhil olduğu andan itibaren onun karakterine bürünür.

Bilinçli insan imkânlarını ve gücünü hesaba katarken kitle insanı için imkânsız diye bir şey söz konusu değildir.

Eric Hobsbawm’ın, “Devrimler Çağı” diye tanımladığı 1789-1848 arası dönem, aynı zamanda bir “Kitleler Çağı”dır.

“Bir araya gelme”nin gücünü fark eden kitleler için aşırılıkların da sınırı yoktu iktidarlar karşısında.

16. Louis, devrimi sarayının penceresinden izlerken “Parisliler delirdi” demişti mesela.

Şimdi sosyal medya üzerinden örgütlenen ve yapay algoritmaların da desteğini alan “dijital kitleler” için “delirme” tanımı bile kifayetsiz gibi.

Âdeta birer “onur ve haysiyet yok edicisi terminatör” gibi her türlü değeri darmadağın ediyorlar.

Her türlü teknolojik ve konformist imkâna sahip bu yeni kitlenin psikolojisi gerçek bir çürümenin de işaretleriyle dolu.

Ben bu hâli kendimce şöyle tarif ediyorum; peynir ve medeniyet teşbihi üzerinden…

Peynirin en lezzetli aşaması hangisidir mesela biliyor musunuz?

Çürümeden bir önceki aşama.

Biz peyniri o aşamadayken yiyoruz.

Yani bir sonraki aşamada çürüyor.

Toplumlarda da böyle bir şey vardır; medeniyetin en hazzı yüksek, en şatafatlı aşaması da çürümeden bir adım önceki aşamasıdır.

“Tarihteki medeniyetlerin çoğu lüks ve şatafatın kurbanı olmuştur” desek abartmış olmayız.

Sesar Renduales’in “Sosyofobik” olarak tarif ettiği bu yeni siyasal değişimlerin ardında işte bu aşırılıklarıyla ünlü dijital kitleler var.

Sosyal medyasını her türlü ahlaki ve vicdani setleri yıkmak için kullanmaktan çekinmeyen Marshall McLuhan’ın “küresel köylüler”i, insanlığı bakalım daha ne kadar yok edecekler.

İktidarlar ya da devletler daha ne kadar bu öğütücünün dişlilerine kurban verecekler.

Geleceğimizi; bütün kültürel farklılıkları, inançları, ideolojileri tek bir kitle ruhunda eriten bu tek tipleştirilmiş ve canavarlaştırılmış dijital kitlenin önünden kurtarmak zorundayız.

Aksi hâlde sadece devletlerin ya da milletlerin değil, dünyayı daha güzel kılan hiçbir farklılığın bir geleceği olamayacak…