24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin başlamasıyla, Avrupa Kıtası yeni bir dünyaya uyandı.  O gün, AB üyesi devletlerin tüm güvenlik algısı bir günde radikal bir şekilde değişti. O güne kadar silahlanmaya ciddi bir kaynak ayırmak istemeyen Almanya gibi devletler, bir anda milyarlarca dolarlık silah alım ve modernizasyon programları başlatmaya karar verdiler. Geçmişte çekingen bir şekilde dillendirilen AB’nin stratejik otonomisi ve PESCO gibi konseptler, bir anda yerini NATO dayanışmasına bıraktı. Yaşlı Avrupa Kıtası, bir kez daha Amerikan güvenlik şemsiyesine ne kadar muhtaç olduğunu hatırladı.

Bütün bu radikal değişimlerin nedeni, Avrupa’nın hemen yanı başında, çok düşük bir ihtimal de olsa nükleer savaşa evrimle ihtimali de olan, ciddi bir konvansiyonel savaşın patlak vermesiydi. Daha da önemlisi BM Güvenlik Konseyi üyesi bir devletin, başka bir BM üyesi egemen devleti, tamamen işgal ve belki de ilhak etmeye yönelik bir saldırı savaşını başlatmış olduğu gerçeğiydi. Cari olan tüm uluslararası teamülleri ve hukuku ayaklar altına alan böyle bir durum, II. Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa Kıtası’nda ilk defa yaşanıyordu.

Esasen soğuk savaşın sona ermesinden sonra, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimine kadar olan süreyi, Avrupa tarihinde istisnai bir dönem olarak görebiliriz. Zira tüm Dünyada olduğu gibi, Avrupa tarihi de savaşlar, çatışmalar, işgaller, iç savaşlar, etnik temizlik ve soykırım gibi olaylara sahne olmuştu. Rusya’nın, Ukrayna’yı işgal girişiminin en temel sonuçlarından biri de, bir barış ve istikrar adası olan AB’yi, tekrardan konvansiyonel savaş tehdidi ile karşı karşıya bırakmasıydı. Bundan dolayı da, Avrupa kıtasındaki karar vericilerin yaşadıkları şoka verdikleri tepkiler, en az yaşanan olaylar kadar radikaldi.

Bu yaşananların en önemli sonuçlarından birisi de, yıllardır NATO’ya girmeme konusunda direnen ve yüzyıllardır tarafsızlıklarını koruyan Finlandiya ve İsveç’in, bir anda NATO’ya üyelik başvurusu yapmaları oldu. Ukrayna’nın başına gelenlere bakan bu iki ülkenin yöneticileri ve kamuoyu, bir Rus işgal girişimi ile karşılaşmamanın tek garantisinin, NATO üyesi olmak olduğuna hemen ikna oldular.

NATO’ya aynı zamanda üye olmak istediklerini belirten ve uzun yıllardır güvenlik ve savunma alanında belli bir koordinasyon içinde olan İsveç ve Danimarka’nın bu kararından sonra ise, bu ülkelerin üyeliklerini engellemek için, özellikle İsveç’te peş peşe provokasyon girişimleri başladı.

Kolektif bir güvenlik örgütü olan NATO’ya üye olmak için, bütün üyelerin onayının alınmak zorunda olduğu herkesin malumuydu. İsveç ise özellikle terör örgütü olarak tanıdığı PKK konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almayan tutumuyla, bu tarz provokasyonlar için mümbit bir ortam sunmaktaydı. PKK ile ilintili aşırı solcu grupların provokasyonları yeterli gelmemiş olacak ki, bir süre sonra aşırı sağcı grup ve şahısların da İslamofobik provokasyonlarının devreye girdiğine şahit olduk.

Peki bu provokasyonların arkasında kim var ve gerçekte neyi amaçlıyorlar. Açık söylemek gerekirse bu tarz provokasyonlardan çıkar sağlaması muhtemel devletlerin listesi uzun. Bir sonraki yazımızda bu konudaki senaryoları ele alacağız.