Risale-i Nur, Türkçe yazılmış bir eser olduğu halde, alanıyla ilgili kullandığı bazı “terminoloji”lerden dolayı; “ilimde rüsuh sahibi” olmayan kişiler tarafından, anlaşılması zor bir eserdir. Bu zorluk, sadece Risale-i Nurlara ait bir özellik değildir. Çünkü bu alanın kendine has “ıstılahi bazı tabirleri” bulunmaktadır. “Akademi”lerde de, bu gibi tabirlerle karşılaşmak mümkündür!

Bu konunun farkında olduğu halde; “mürekkep yalamamış” söz sahibi (!) bazı kişiler, konu gündeme geldiğinde, “Risale-i Nur eserlerinin sadeleştirilmesi”ne şiddetle karşı çıkmışlardı. (El-hak bu abd-i aciz dahi, bu eserlerin sadeleştirilmesini kabul etmemekle birlikte, böyle bir muameleyi eser müellifine haksızlık olarak görmektedir. Ancak sadeleştirmek ayrı, şerh etmek ise bütün bütün ayrıdır. Fe teemmel!)

Söz konusu sert çıkışlara bir “anlam veremeyen” bir kısım zevatın ise, bu eserlerin sadeleştirilmesi için verdiği mücadeleyi (!), tarih kaydetmiştir. Bunlardan birisi de esere ilgi duyan kişiler tarafından malum olan, Mustafa Karaman’dır.

Esasen, sadeleştirme olayına şiddetle karşı çıkan yayınevlerine baktığımızda, başta Envar Neşriyat olmak üzere, bir çok yayınevi; başka dillere “tercüme” adı altında, bilinçsiz bir şekilde, aynı “cinayeti” işlemektedir. Zira, “bir eserin motamot çevirisi”; asla mümkün değildir. Tercüme denilen şey; Müellife ait olmayan bir eseri, müellifin kendi eseriymiş gibi, sözde mütercimin kendi anlayışına (!) uygun bir şekilde, müellifin adıyla piyasaya sunmasıdır ki, bu da “cahilane bir çalışma”dır…

Zira, her bir cümlesinin Kur’ân, Hadis, Tefsir, Usul-i Fıkıh, Usul-i Kelâm, Tasavvuf, Arabca, Bedi, Beyan, Meani, Belâgat, Mantık ve Münazara gibi ilimlere muvafık olarak kurulmuş bir eserin tercümesi, hiç mümkün olabilir mi?

Peki, “Bu durumda ne yapmalı?

Mezkur ilimlerde mütehassıs olmayanların, kendi öz dilleriyle yazılan Kur’an tefsirinden mahrum kalmamaları, mümkün müdür?

Ardından da “Müellifin bu hususta herhangi bir tavsiyesi olmuş mudur?” diye sorulan suallere, şu şekilde cevap verilebilir:

Evet, Risale-i Nur Külliyatı Müellifi Bediüzzaman Said Nursi; eserin doğru anlaşılması adına, “yanlış yollara tevessül” edilmemesi için, kendinden sonra gelecek “ilim ehli”ni, Barla Lahikası isimli eserinde, şöyle bir vazife ile tavzif etmiştir: 

Bu dürûs-i Kur’âniyyenin dâiresi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazífeleri, ulûm-i îmâniyye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve îzáhlarıdır veyâ tanzímleridir.

Zannederim ki, hakáik-ı áliyye-i îmâniyyeyi tamâmıyla Risâle-i Nûr ihâta etmiş, başka yerlerde aramaya lüzûm yok. Yalnız ba‘zan îzáh ve tafsíle muhtâc kalmış. Onun için vazífem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazífeniz devâm ediyor. Ve inşallah vazífeniz şerh ve îzáhla ve tekmîl ve tahşiye ile ve neşr ve ta‘lîm ile, belki ‘Yirmi Beşinci’ ve ‘Otuz İkinci Mektûb’ları te’lîf ile ve ‘Dokuzuncu Şuá’ın ‘Dokuz Makám’ını tekmîl ile ve Risâle-i Nûr’u tanzím ve tertîb ve tefsîr ve tashîh ile devâm edecek.

Üstad Bediüzzaman (ra), mezkur cümlelerinde, Risâle-i Nûr’un şerh, izah, tekmil, tahşiye, neşr ve talimine “ihtiyaç olduğu”nu izah etmiştir. Müellifin (ra) bu ifâdeleri, Risâle-i Nûr eserlerinin her bir meselesinin tam anlaşılmadığını gösteriyor. Bu da demek oluyor ki; eserlerinin anlaşılabilmesi için “şerh ve izaha ihtiyaç var”dır.

Evet, Risâle-i Nûr’da öyle mühim ve müşkil meseleler vardır ki, en mühim bir alim dahi, senelerce uğraşsa, yine de tam manasıyla halledemez. Risâle-i Nûr’un birinci talebesi ve birinci muhatabı olan ve “zahiri ve bâtınî ilimler”i ikmâl eden Hacı Hulusi Bey; “Allah kabul etsin! Elli sene Risâle-i Nûr üzerinde ter döktük. Buna rağmen Risâle-i Nûr’u tam manasıyla anlayamadım.” dediği hâlde; bir kimsenin emek vermeden, ter dökmeden, ilim ve hikmet sahibi olmadan, ulûm-i zahiriye ve batıniyyeyi tahsil etmeden, Risâle-i Nûr’un her bir meselesini anlayabilmesi mümkün müdür? El-hak Risale i Nur eserlerinden herkes kabiliyeti nisbetinde, elbette istifade eder. Hatta çocuklar dahi dersini alır. Lakin

Hacı Hulusi Bey‘in bu sözleri delalet eder ki; Risâle-i Nûr zordur, herkes her bir meselesini kendi kendine anlayamaz.

Bu tetkikattan sonra, “Tahşiye kumpasının ne için yapıldığını…” bir önceki yazımda detaylı bir şekilde yazmıştım. Mezkur yazımda zikretmeyip, ayrı bir bahis açmak üzere; belki de en önemli bir mesele ve en önemli bir detay, FETÖ terör örgütü liderinin; Risale-i Nur Külliyatı’nın “aslını tahrif etmek”, “manasını bozmak” ve “Risale-i Nursuz bir Nurculuk ortaya çıkartmak” için çevirdiği “sinsi plan”ı, Müellif Mehmet Doğan’ın telif ettiği Keşfü'l-Envar ve Rumuzu’l-Kur’an Külliyatı isimli eseriyle bozmasıdır. Evet bu külliyatlar, Kur’ân, Hadis, Tefsir, Usul-i Fıkıh, Usul-i Kelâm, Tasavvuf, Arabca, Bedi, Beyan, Meani, Belâgat, Mantık ve Münazara gibi ilimler çerçevesinde, Üstad Bediüzzaman’ın cümle kurgusunu bozmayarak, “cümlenin aslının hemen altına”, şerh ve izah yaparak, “eseri doğru anlama yolunu ümmete göstermiştir…”.

İşte Molla Muhammed Doğan’a, terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in hınç ve gadabının (!) en önemli sebeplerinden birisi de budur…

Selam ve dua ile…
Fiemanillah...