Zaman, fitne zamanı!

Müslümanların kalpleri ‘Deccaliyet’ ve ‘Süfyaniyet’in karanlığında derin bir “endişeyle” çarpıyor.

Deccaliyet ve Süfyaniyet neden Müslümanın kanını dondurur da kafirin içini ısıtır? 

Çünkü bu kavramlar, zulmün zaferini ve fitnenin bayramını müjdeliyor kafire….

Peki, bu zillet çağında, eğer Mehdi ve İsa (a.s.) gelmeyecekse, nurun yolunu bizlere kim gösterecek?

Sorular sormak lazım. 

İmanın bu sınavında, ahir zamanın bu karanlık dehlizlerinde, İslam ümmetinin kurtuluşu için Mehdi ve İsa’nın (a.s.) zuhuru olmadan zafer nasıl mümkün olacak?

Bizler, Mehdi ve İsa Aleyhisselam’ın vadettiği “adil düzenin” hasretiyle yanıp tutuşurken karanlıkta kalmışsa ümmetin gözleri, aydınlığa kim el uzatacak?

Şimdi, “zaferin müjdecisi” olarak beklenen Mehdi ve İsa’nın (a.s.) gelmesiyle zafere ulaşacak olan bu ümmet, onların şimdilik gizemde kalmış olması hasebiyle ne yapmalı? İşte bu, her bir ferdin, her bir yüreğin derinliklerine işleyecek bir sorudur.

Ve daha da derine inelim….

Eğer bu kutlu önderlerin zuhuru olmadan, İslam ümmeti kendi içinde bir “ışık yakmayı” başaramazsa zafere yürüyüş nasıl gerçekleşecek? Gerçek şu ki her ne kadar “Mehdi ve İsa (a.s.) gelmeyecek…” denilse de umutlarımızı ve inancımızı kaybetmek bizim kitabımızda yok.

Bir düşünceye dalalım: İmanla, sabırla, birlik ve kardeşlikle donanmış bir ümmetin, gecenin en koyusunda bile şafak vaktini müjdeleyebileceğini unutmayalım. Ehil yüreklerde biriktirilen dua ve gayretlerle her birimiz kendi payımıza düşen zafere katkı sunmalıyız.

Şu fani dünyada, belki de gerçek kurtuluş, Mehdi ve Hz. İsa’nın (a.s.) zuhurunu beklerken ümmet olarak sergilediğimiz duruşta gizli. 

İşte bu bekleyişte, kalplerimizi saran bu sancıda, “zaferin tohumları”nı ekelim. 

Yarınlarımızın umudu, bugünümüzün imtihanıyla yeşerecek. Bu kutlu yolculukta yerinizi alın, çünkü her fırtınanın ardından mutlaka bir sükûnet vardır. Biz, bu sükûneti, bu zaferi yalnızca kendi içimizde bulabiliriz.

Selam ve dua ile…

Fiemanillah…