Günümüzde İngiltere, Türkiye, Avustralya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde adadaki Kıbrıs Türklerinin akrabaları yaşamaktadır.

Zorlu ve başa baş geçen bir seçimin ardından Başbakan Ersin Tatar, KKTC’nin beşinci cumhurbaşkanı seçildi. Yaklaşık bir yıldır adadaki seçimlerin, Türkiye’nin adayı ile Kıbrıs Türklerinin adayı arasında geçeceği yönünde yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Açıkçası bu kampanyanın sahibi Mustafa Akıncı’yı destekleyen sol kesimdi. Nitekim bu vaziyeti, seçim sonrasında bazı sol gazetelere yansıyan, “Erdoğan kazandı”, “Erdoğan istedi Tatar kazandı”, “Akp çalıştı Tatar kazandı” şeklindeki manşetlerden de takip etmek mümkündür.

Öyle ki daha seçimin öncesinde de “Türkiye’nin seçime müdahale edeceği” tartışmaları kamuoyunu meşgul etmeye başlamış, bu çerçevede Havadis gazetesi Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri için, “Büyükelçi değil, seçim militanı” manşetiyle yakışıksız bir haber yapmıştı. Kıbrıs’ta yaşayanlar veya orayı yakından takip edenler, her seçimde, özellikle sol partilerin seçimleri kaybedeceği veya kaybettiği dönemlerde, bu yöndeki tartışmalara şahit olmuştur.

Kaldı ki Kıbrıs meselesi gün yüzüne çıktığı zamanlardan bugüne adadaki sol cenahın çoğunluğunun nazarında adadaki sorunların ana kaynağı olarak genellikle Ankara görülmüştür. Hâlbuki sol popülizme yenik düşmeyen konunun uzmanı kişiler Ankara’yı hedef alan “günah keçisi varsayımının” gerçeği yansıtmadığını çok iyi bilirler. Bir defa bu varsayım, Kıbrıs Türk Sağı’nın varlığını, onun siyasal tercihlerini yok sayan temelsiz bir yaklaşımdır.

Burada dikkat çeken bir nokta da, seçim sonrası Türkiye kadar, adada yaşayan Türkiye kökenli seçmenlere yönelik hakarete varan eleştirilerin dozunun yükselmesidir. Kimi popülist iddialara göre, “Ecevit’ten Erdoğan’a kadar Kıbrıs’a yapılan nüfus nakli Tatar’ın kazanmasının” en büyük nedenidir. Bu varsayımı besleyen hâkim görüş, “Türkiye kökenli seçmenlerin hür iradesi yoktur ve Ankara ne emrederse onu yapar” düşüncesidir.

Ancak bu düşüncenin ne kadar sakat bir zemine yaslandığı, geçmiş yıllarda adada yapılan Cumhurbaşkanlığı, genel ve yerel seçimlerde birçok kez ortaya çıkmıştır. Şayet bu seçimleri Akıncı yeniden kazanmış olsaydı, Akıncı taraftarları yine bu seçmen kitlesinin iradesi bu nedenli sorgulayacak mıydı? Daha doğru bir ifadeyle, Kıbrıs Türk Solu’nun iki önemli ismi Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasında, Türkiye kökenli seçmenlerin sağladığı büyük katkı neden muhakeme dışı tutulmaktadır.

Şurası çok açıktır ki Türkiye kökenli seçmenler, Kıbrıs kökenli birçok seçmen gibi içinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartlardan dolayı siyasal tercihlerini belirlerken, pragmatik davranmaktadır. Kaldı ki Türkiye kökenli insanlara yönelik ırkçı, ayrımcı ve küçümseyici bir yaklaşım tarzının benimsenmesi, solun evrensel değerlerine taban tabana zıt bir durumdur. Ayrıca, Kıbrıs Türk Solu’nun siyaseten, “vatandaş, yurttaş” söylemi yerine, kendisini faşizme ait “köken” söylemine doğru hızla sürüklemesi, solun toplumsal mutabakat ilkelerini tehdit eden, kabul edilemez ürkütücü bir eylemdir.

Dolayısıyla 1974 sonrası Türkiye ve Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ortak kararı neticesinde adaya gelmesine müsaade edilen, burada doğup büyüyen, karma evlilikler yapan, adayı vatan edinen; anayasa ve yasalar önünde eşit hak ve ödevlere sahip vatandaşlar üzerinden 45 yıldır polemikler üreterek siyaset yapmanın, sol partilere muhalefet olmaktan öte bir şey kazandırmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca belirtmek gerekirse, bugüne kadar Kıbrıs Türk Solu’nun, “hak, adalet, eşitlik” mücadelesinde, 1974’ten beri ayrımcılığa, psikolojik şiddete ve emeği sömürüye maruz kalan bu kesime hiç yer verilmemiş olması, bir başka siyasi dramdır.

Öyle ki bu insanlar düşlemedikleri bir oyunun aktörleridirler ve adada hiçbir zaman kural veya kanun koyucu bir konumda bulunmadılar. Bu gerçeğe rağmen, adadaki düzensizliğin ve eşitsizliğin kaynağı olarak bu insanları görmek trajikomik bir durumdur. Bazen oylarıyla siyasi iktidarı tayin etseler bile, hiçbir zaman bir seçimin gerçek kazananı olmadılar. Hatta mallarını mülklerini ve de vatandaşlıklarını kaybedeceklerini bile bile Annan Planı’na, Talat’a ve Akıncı’ya oy verdiler. Buna rağmen Kıbrıs’taki “özgürlük, dayanışma ve eşitlik” mücadelesinden eşit düzeyde istifade edemediler.

Günümüzde İngiltere, Türkiye, Avustralya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde adadaki Kıbrıs Türklerinin akrabaları yaşamaktadır. Bu yüzden göçmen olmanın toplumsal, siyasal, psikolojik ve iktisadi koşullarının ne demek olduğunu Kıbrıs Türkleri çok iyi bilmektedir. Hal böyle iken, Kıbrıs Türk Solu’nun 74 sonrası Anadolu göçmenini ısrarlı bir şekilde ötelemesinin, ötekileştirmesinin, adanın istenmeyen çocuğu ilan etmesinin elbette siyasi bir yansıması olacaktır. Nitekim bu insanlar da kendilerini ötekileştirilmenin olumsuz psikolojik etkilerinden kurtaracak, kendilerini daha güvende hissedecekleri, siyasi bir tercihe yönelecekler ve bu tepkilerini/korkularını/beklentilerini sandığa yansıtmak için en tabi demokratik haklarını kullanacaklardır. Kıbrıs Türk Solu’na bu noktada düşen en büyük vazife, yukarıdaki eleştiriler bağlamında, Anadolu göçmeni Kıbrıslılarla sadece seçim dönemleriyle sınırlı olmayan hak temelli yeni ve kalıcı bir diyalog süreci başlatmasıdır.