İnsanlık tarihi boyunca beden sağlığını ve güzelliğini korumak, insanoğlunun daima en öncelikli hedeflerinden biri olmuştur. Bunu sağlamak için yapılan araştırmalar, iksir arayışları ve buluşların tarihçesi, insanlık tarihiyle paralellik gösterir. Günümüze baktığımızda ise, kişide hastalık belirtileri ya da şikâyetler başladığında hemen ilgili kişiye yani hekime başvurmak ve gerekenleri yapmaya çalışmaktaki temel amaç, sağlığa tekrar kavuşmaktır.

Bütün gayretler, sürdürülen çabalar tek bir amaca yöneliktir; sağlıklı yaşamak. Çünkü sağlık olmadan hayatta hiçbir şeyin anlamını bulamaz insan. “Muhibbî’’ mahlâslı Kanuni Sultan Süleyman meşhur dizelerinde “ Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyerek bunu en güzel şekilde ifade etmiştir. Sağlıklı yaşamaktan kastedilen, yalnızca hayatın belli bir kısmında değil, başlangıcından son anına kadar bütün hayatı sağlıklı bir şekilde yaşayabilmektir. Sağlıklı yaşama amacını gerçekleştirirken hem kişinin kendisine, hem de hekime düşen sorumluluklar vardır.

Hipokrat tıbbın temellerini oluştururken, hastayı daima bir bütün olarak ele almanın önemine dikkat çekmişti. Hastanın vücut yapısı, beslenmesi, yaşı, yaşadığı çevre, bulunduğu iklim, yaşam tarzı ve yaşam alışkanlıkları ile psikolojik durumunu bütünüyle değerlendirerek hastalıktan daha ziyade hastayı anlamaya ve analiz etmeye çalışmıştır. Hipokrat’ın bu metodu, günümüz tıbbında söylenen “Hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesinin temelini oluşturmaktadır. Birçok bilim dalında çağları aşan bilgisiyle İbn-i Sina, yazdığı büyük eserlerinden biri olan ve batıda yaklaşık 500 yıl kaynak kitap olarak kullanılan Kanun fit-Tıb isimli eserinde, tıbbın amacını “Sağlıklı hali korumak ve devam ettirmek, sağlık bozulduğunda ise kişiye tekrar sağlığını geri kazandırmak” şeklinde tanımlar. Bu amacı sağlamak için kişinin yaşadığı yer ve çevre şartları, yediği-içtiği şeyler, cinsiyeti, yaşı, uykusu, bulunduğu iklim, su, hava ve ayrıca fiziksel–ruhsal durumu ile alışkanlıklarının önemli faktörler olarak ele alınması gerektiğini söyler.

Günümüz modern tıbbında her ne kadar hastalıklar belirli branşlara ve disiplinlere göre tespit edilip tedavileri yapılmaya çalışılsa da, insan vücudunun fizyolojik ve psikolojik yönleriyle bir bütün olduğu gerçeği sürekli olarak göz ardı edilebilmektedir. Bu da uygulanan tedavileri başarıya ulaşmasını çoğunlukla olumsuz yönde etkilemekte veya bazen şifaya kavuşma, hasta kişi için oldukça uzun ve zahmetli bir sürece dönüşebilmektedir. Kişilerin ve toplumların sağlıklı olmasında hekime düşen sorumluluk, insan vücudunu bir bütün olarak değerlendirmek ve hastasının içtiği sudan, beslenmesinden, yaşam alışkanlıklarından psikolojik durumuna ve uykusuna kadar her bir faktörü göz önüne alarak bütüncül bir yaklaşımla davranmasıdır. Örneğin hekimin hastasının beslenmesi konusunda, onu diyet listelerine ve bunların dramatik sonuçlarına mahkûm etmeyen bir beslenme anlayışının ve bilgisinin olması tedavi süreçlerini oldukça olumlu yönde etkileyecektir. Elbette bu tür bütüncül bir yaklaşım, modern tıbbın öğretilerinin ötesinde bir donanıma ve bilgi derinliğine sahip olmayı gerektirir. Bu da hekimin sadece ilaç vererek semptomatik tedavi ( hastalığı tam olarak tedavi etmeden hastalık belirtilerini ve bulgularını ortadan kaldırmaya yönelik her türlü tıbbi tedavi) uygulaması değil, hastada mevcut şikâyetlerin temeline ve bunların sebebini ortadan kaldırmaya yönelik tedaviler uygulaması anlamına gelmektedir. Bunların yanı sıra hastayı moral bakımından daima destekleyici, olumlu ve ümitvar bir tutum içinde olmalıdır. Araştırmalar, sağlık konusundaki ilerlemelerin artık tıbbın daha çok koruyucu tıp ve kişideki iyileşme potansiyelini ortaya çıkaran uygulamalara doğru kaydığını, ayrıca insanları şikâyetler ve buna bağlı ilaç kullanımı kısır döngüsünden kurtarmaya doğru gittiğini göstermektedir.

Hekimin bu kadar önemli sorumluluğunun yanı sıra, elbette kişinin kendi sağlığını korumada kişisel sorumluluğu da büyük önem taşımaktadır. Kişi her şeyden önce, kendi sağlığını korumak ve sağlıklı yaşamak için belirli bir düzeyde sağlam ve farkındalığını arttıran bilgilere sahip olmalıdır. Bu bilgiler ışığında beslenme, yaşam alışkanlıkları (hareket, uyku vb.) ve psikolojik dengesini sürdürme noktasında sürekli bir gayret içinde olmak ikinci önemli adımı teşkil eder. Kısaca kişi, yaşamı boyunca kendisine bir emanet olarak verilen bedeninin her bakımdan sağlıklı olması için sorumluluğu birinci elden kendisi almalı, ikinci aşamada ise sağlığını, insanı parçaları birbirinden bağımsız çalışan bir makine gibi değil, maddi-manevi bir bütün olarak gören ve bütüncül bir yaklaşımla tedaviler uygulayan hekimlere emanet etmelidir.

Yazarın web adresi: www.emineakin.com