Geçtiğimiz hafta Mecidi’nin filmi -nasıl da dilimiz bir saygısızlığa varmak istemiyorsa, filmin adını bile söyleyemiyoruz- oldukça tartışıldı. Her taraftan bir ses yükseldi. En çok da Erem Şentürk ve Yusuf Kaplan hocanın söyledikleri hem büyük bir saldırıya uğradı hem de şiddetli bir destek gördü.

Türkiye’de her olayda olduğu gibi fırsat bu fırsat diyen omurgasızlar ellerini ovuşturmaya başladılar. Ne de olsa meselenin içinde hem mezhebi bir tartışma hem de İslam’ı anlamak ile ilgili meseleler vardı. Üstelik muhafazakâr camiada hazır bu konuda ikiye bölünmüşken tam zamanıydı saldırmanın.

Fatih Mutlu’nun Sinefesto’da yazdığı yazı üzerine epeyce bir saldırıda bulunuldu. Çünkü Fatih Mutlu filmi izlemedi. Benim, Muhammed Uyar’ın, Abdulhamit Güler’in, Yusuf Kaplan’ın ve Erem Şentürk’ün film hakkında belirttiğimiz menfi sebepler üzerine filme gitmedi. Ve filmi sinematografik ya da İslami uygunluktan öte bu çağrıyı yapanların çağrısına uymayı uygun gördüğünü maddeler halinde izah etti. Oldukça da onurlu bir duruşla, “Ben izledim, siz izlemeyin” demedi, “Ben izlemedim. Sebebi de bu. Siz de bu sebeplere kulak verin” dedi. Üstelik aynı Sinefesto’da ben de filmi izleyin dedim. Sadece uyarmak istediğim hususları dikkate alın diye ekledim. Yani kişisel olarak Yusuf Kaplan’ın ya da Erem Şentürk’ün çağrıları benimkiyle aynı değil. Ama filme bakışımız aynı.

İzlemeden yazmak diyerek meseleyi köpürten eleştirmenimiz de Murat Tolga Şen. Aynı mahallenin çocukları değiliz muhakkak. Bizim hassasiyetlerimizi ve “laik değiliz” cümlemizi anlamasını beklemeyiz ama saygı duymasını bekleriz. Zira biz onun “Öteki Sinema”da yazdığı yazılara bakış açısını beğenmesek de saygı duyarız. Ama saygı, şark kurnazlığı yapıp durumdan vazife çıkarmaya yeltendiği noktada son bulur. Zira eleştirmenliği, kendi materyalist bakış açısıyla bezemiş insanların tekellerinde tutmalarına izin verecek değiliz. “Sinemada filmi izleyen başörtülü” deyip filmi izleyenler arasında bir öteki oluşturma kurnazlığını görmeyecek değiliz. Eleştirmenlik nutku çekip oradan muhafazakâr anlayışa vurmasını içimize sindirecek değiliz. Birkaç muhafazakâr yazara hitaben, bunlar iyidir ama şunlar tu-kakadır, bunlar yobazdır yaftasına katlanacak değiliz. Fatih Mutlu ya da Muhammed Uyar -yazıda özellikle adları geçiyor- yazıyı yazan şahsa boş konuştuğu için cevap vermiyorlardır muhtemelen. Onların söylemek istedikleri benle aynı mıdır bilemem ama benim elbet bir cevabım olacak.

Eleştirmenlikle ilgili bir şeyler söyleyecekse diplomamızı filan da gösterebiliriz. Ama diploma da bizi laik yapmaz. Hayatımızın her alanında kuşandığımız bir duruşumuz vardır. Omurgamızı bu oluşturur. Ve senin sadece hikâye anlatan bir filmin konusu olarak gördüğün, insanların en şereflisi bildiğimiz peygamberimizse o noktada bizim için akan tüm sular durur. Zira Hz. Peygamber’i (s.a.v.) insanların en şereflisi görmeyen bir zihniyetle bunu her ortamda tartışırız.

Biz bu oyunu kadim zamanlardan beri biliriz. “Materyalizm nerede başlar?” diye sormuştu bir hocam bana, sonra da muhteşem bir cevapla devam etmişti: “Materyalizm, Hıristiyanlığın Roma’ya satılmasıyla başlar.” Hıristiyanlık bir güç olan Roma’ya dinini satmış ve karşılığında gücü almıştı. Roma ise pagan “tanrılarının” yerine yeni heykeller dikerek devam etmişti gücünü dünya üzerinde sürdürmeye. İşte o dünyaya insanlık tarihinin en büyük mesajını getirdi Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Şimdi mitolojik “tanrıların” süper kahramanlar üzerinden Hollywood aracılığıyla tekrar pazarlanmaya çalışıldığı bir çağda, Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) ilgili söylenen, yapılan her şey büyük bir titizlik ile yapılmak zorunda. Bu noktada tekrar edeyim, Mecidi başka niyetle bu filmi yapmıştır demiyorum. Ama bu oyunu Batı’nın kurallarıyla oynamaya kalkmıştır. Ve çuvallamıştır. Biz birilerinin ağlayarak- ağlatarak Hz. Peygamber’i (s.a.v.) anlattıklarında nasıl bidatlar içine düştüklerini, nasıl bu dini yozlaştırmaya çalıştıklarını çok gördük. Ondan sebep, Mecidi’nin filminde insanların ağlıyor olmaları elbet peygamber sevgisinden ama asıl tehlike de burada. Yıllardır diyalog naraları atıp İslam ümmetini pasif, aksiyondan yoksun, fikirsiz, uyuşturulmuş beyinler haline getirmek isteyenlerle sinemayla bunu yapmaya çalışanlar arasında bir fark mı var?

Kanmayın kardeşler! Söz konusu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatı. Efendileri putperest olanların sözüyle değerlendirmeyin bu filmi. Elinden, dilinden emin olduğunuz insanların sözüne kulak verin. Ben şahsım adına izlemeyin demedim hiçbir zaman. Ama izlerken uyanık olun. Yeni bir peygamber tasavvuruna izin vermeyin.

Zira yüzyıllardır bizim Kur’an’la ve Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) bağımızı koparmaya çalışıyorlar. Yüzyıllardır Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış Müslümanların bir an olsun ellerini gevşetmeleri için fırsat kolluyorlar. Bu fırsatı plan sahiplerine ve onların gaflet içindeki uşaklarına vermeyin!

“Nerede bulunsalar, Allah’ın ve inanan insanların himayesinde olanlar müstesna, onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah’tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.” (Mealen, Al-i İmran Suresi, 112. Ayet)