Uzun zamandır merakla beklenen “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi vizyona girdi. Son zamanlarda filmle ilgili gerek Diyanet’in verdiği fetva, gerekse daha önce Hayrettin Karaman hocanın sözleriyle birlikte eleştiriler de dillendirilmeye başlandı.

Filmi iki noktadan incelemek gerek. Bir tarafı sinematografisi, diğer tarafı ise filmin tarihi uygunluğu ve itikadi açmazları.

Kısaca film Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) çocukluk dönemini ve çok kısa da Mekke’deki zulüm yıllarını ele almış. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) doğumundan önce ‘Ebabil vakasını’ da işleyen film aslında Mecid Mecidi’nin minimalist, zarif ve imgesel üslubundan daha çok epik bir sinema dili kullanmaya çalışmış. Daha önce Cennetin Çocukları, Serçelerin Şarkısı ve Baran gibi filmlerinden bildiğimiz Mecidi’den aynı üslupta bir film bekliyorduk. Öyle ki ‘fıtrat sineması’ olarak adlandırılan bu incelikli dilin Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatının anlatıldığı bir filmde olması heyecan veriyordu. Ve lafı uzatmadan söylemek gerek: Başaramamış. Zaman zaman Zack Snyder, zaman zaman Terrence Mallick sahneleri izliyorsunuz. Yani Hollywood standartları ve büyük bütçeli bir iş yapma hevesi ya da yanılgısı kendi zarif dilinden çıkıp bir anda karşımıza ciddi problemleri olan bir film koyuyor. Bu da filmin bütününde bir üslup karmaşasına sebep oluyor. Bu noktada Mecidi’nin kendi üslubundan kopmasını başarısızlığının sebebi olarak adlandırmak mümkün.

Ayrıca görüntü yönetiminde de ciddi sıkıntılar göze çarpıyor. Efektlerde hep güzel başlayan ama sonrasında devam eden abartılı hal filmin seyircisini rahatsız edecektir. Renk yönetiminin de aynı şekilde bir karar tutturamamış olması ve kamera hareketlerinde yaşanan titreme-atlama hareketleri amatör bir izleyicinin bile gözünden kaçmayacaktır.

Tabi bir de filmin müzikleri meselesi var. Mecidi filminde bu kadar müzik görmek mümkün değil. Aslında bir filmi bu kadar müzikle anlatmak da bir Hollywood klişesi. Üstelik zaman zaman arkada çalan bir kilise tınısı duyuyoruz. Filmin bazı hüzünlü sahnelerinde duyduğumuz ud tınısı oldukça şık ve duyguyu destekleyen bir müzik iken filmin tamamına yayılmış farklı müzikler ise can sıkıyor. Bu noktada hikâyesini okuduğumda çok etkilendiğim Maurice Jarre’in ‘Çağrı’ filmi müziği geliyor. Filmin hikâyesini özümsemek adına çölde uzunca bir süre geçirerek hafızamızda büyük yer eden o muhteşem tınıları çıkarmıştı. Belki A.R. Rahman da tek bir melodi üzerinden ilerlemeyi düşünseydi aynı başarıyı yakalardı.

Bunların yanında kostüm, mekan ve prodüksiyon ihtişamlı bir şekilde parıldıyor. Oyunculuklar da gayet yerinde ve başarılı.

Biz filmi galasında dublajlı bir halde izledik. Oldukça garip gelen bu durum filmi bazı noktalarda değerlendirirken de doğru değerlendirmeler yapamamamıza sebep olabilir. Bu anlamda bir eleştiri de dağıtımcı firmaya gelmeli.

Gelelim filmin ikinci değerlendirme konusuna ve muhtemelen eleştirilerin daha çok bu noktada toplanacağı meseleye.

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatını filme aldığınız bir noktada çokça eleştiriye hazır olmanız gerek. Zira onun hayatını filme almak onu insanların en şereflisi sayan biz Müslümanlar için oldukça değerli ve hassas bir nokta. Bu anlamda rahmetli Mustafa Akkad’ın oldukça titiz çalışmasının yeri ve etkisi tartışılmaz halde. Yıllar sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatını başka bir üslupla perdede görmek ise heyecanlandırıcı bir durum. Ama bu heyecanımız yerini ne yazık ki bulamıyor. Bu noktada da eleştirilerimiz ve hayal kırıklığımız devreye giriyor.

Elbette odak noktadaki tartışma meselesi Şii itikadına mensup olan bir sinemacının Sünni bir bakış açısıyla değerlendirilmesi. Bu rasyonel bir bakış açısıyla haksız bir yaklaşım gibi görülebilir. Ama mesele Efendimiz (s.a.v.) olunca mesele bir tarihi bakış açısının önüne geçer. Filmde Ebu Talib’in rolü ve ön plana çıkması ilk göze çarpan Şia etkisi. Konuyu kendi siyer bilgimin ötesinde uzmanlarına danışarak aldığım bilgiler ışığında şu şekilde değerlendirebilirim. Ebu Talib, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) en büyük koruyucusu olmuştur. Bu konuda hiçbir sıkıntı yok. Ve yine filmin anlatıldığı dönem itibariyle filmin odağında Ebu Talib’in olmasında da hiçbir sıkıntı yok. Fakat Ebu Talibin Müslüman olarak ölmediği hususu gayet net bir şekilde ortadayken Şii itikadına göre bu tersi bir haldedir. Filmde Hanif ve Müslüman bir Ebu Talib görüyoruz. Bu bizim itikadımız açısından ilk göze çarpan şey. Zira ayetle sabit olan bir durum bu şekilde değerlendirildiğinde elbette eleştirilerimiz bu noktada olacaktır. (Kasas 56- Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.)

İkinci olarak ise yine Şiilerde çokça gördüğümüz ve Sünni âlimlerin en fazla eleştirdiği noktalardan olan hurafe kısmı. Bahira Olayı ya da Hz. Halime annemizin evine bereket gelmesi durumları oldukça naif işlenmişken benim siyer kitaplarında bulamadığım mucizeler filmin içinde oldukça büyük yer tutuyor. Bu kısımların hurafe ya da bidat olarak adlandırılması kaçınılmaz görünüyor. Tekrar söylemekte fayda var. Her ne kadar film olarak adlandırılsa da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatı konusunda herhangi bir hata yapma lüksünüz yok.

Son olarak Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) vücudunun filmde görünmesi meselesi de tartışma konusu olacaktır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) net bir sureti görünmüyor. Yani Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) dair bir suret zihnimizde oluşmuyor. Bu anlamda gelecek eleştirileri de ben aşırı yorumlar olarak görebilirim.

Filmde insan-peygamber/insanların en şereflisi olarak devam eden hikâyenin son bir saatte hurafelerle harcanması da çok yazık olmuş. Zira Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatından özellikle Çağrı filminde görmediğimiz dedesi, amcası ve annesiyle olan ilişkisini görmek mest edici bir şey. Fakat bu ilişki ne yazık ki aynı üslupta devam edemiyor.

Bunların yanında filmin ilk gösteriminden itibaren beklediğimiz üzere filmi ne olduğunu bilmeden övenlerle aynı şekilde bir değerlendirme yapmadan ya da siyer bilgisine vakıf olmadan linç etmeye kalkışanlarla doldu her yer. Şia düşmanlığı adına filme hakaret edenlerden Mecidi severlikten filme toz kondurmayanlar sosyal medyada kapışıyor. Boş gürültüden başka bir şey üretmeyen bu güruha söylenebilecek bir şey de yok. Oysa iyisi ve kötüsüyle sinema dünyasının en iyi yönetmenlerinden olan ve Müslüman olması hasebiyle ayrıca göğsümüzü kabartan Mecid Mecidi çokça eleştirilecek ama elbette çabasıyla da takdir edilecek bir iş yaparak veriyor cevabını. Alev Alatlı’nın o muhteşem sözünü hatırlatmakta fayda var: Eleştirmek yerine koymayı gerektirir.

Sonuç cümlesi olarak şunu söylemek gerek, Mecidi her ne kadar hassas davransa da Şii itikadına göre öğeleri filminde barındırıyor. Kendi zarif üslubundan çıkıp bir Hollywood filmi yapmaya kalktığı noktada ise başarısız bir performans sergiliyor. Filmi izlemeyin cümlesini kurmak haddime değil. Ama filmi izlerken değinmeye çalıştığım konuları dikkate almanızı söylemek isterim.