Mübarek Kurban Bayramı’nın gelmesiyle vizyona kaliteli ve beklenen filmler girmeye başlıyor. Ama bu mübarek günlerde beklenen filmlerden daha çok beklenen insanlar vardır. Torunlar, yeğenler, kardeşler diye uzar gider liste. Önce bir insan ve Müslüman olarak karşıladığımız beklentiler olsun. Bayramın hakkı olan akrabayı, eşi-dostu ziyaret konusunda hassas davranmayı unutmayalım. Modern dünyanın bayram alışkanlıkları içinde AVM’ye kapanıp sinemalarda vakit öldürmeyin. Tanıdıklarınızın kapısını çalın. Her gittiğiniz yerde bir dilim de olsa tatlı yiyin. Bir garibanın evine onun payına düşenden götürün. Bayramlaşın. Sonra sıra sinemaya da gelir elbet. Bu hafta vizyondakileri biz size hatırlatırız. Siz teşrik tekbirlerini unutmamaya yorun zihninizi. Bir de bugün mübarek Arefe günü. Büyüklerinizin mezarlarını ziyaret edip küçüklerinize de mezarlık ziyaretinin ölümü hatırlamaktan ibaret olduğunu anlatın.

Bayramla ilgili işler halledildikten sonra sinemaya sıra gelirse söylenecek pek çok şey var elbette. Bu hafta vizyona giren hemen her telden film mevcut. Aksiyondan komediye vizyonda hemen her zevk için bir film bulabilirsiniz. Ama bu filmler içinde izlemeye değer hangi film var derseniz asıl can alıcı soru bu olur. Bu haftanın en çok dikkat çeken filmi şüphesiz Ben-Hur. Uzun zamandır duyurusu yapılması ve Haluk Bilginer’in de filmde rol alması hasebiyle merakımızı daha da fazla celbetti Ben-Hur. Birkaç versiyonu yapılan filmin kötü bir çakma mı yoksa doğru bir dramaturjiyle yeni sözleri olan bir film mi olduğu da eleştirmenler için ayrı bir merak konusuydu. Filmin yönetmen koltuğunda oturan Timur Bekmambetov filmografisiyle böylesi epik bir filme pek çok şey katabilir hissi doğurdu. Fakat açık bir sözle ifade etmek lazım ki hislerimiz yanıldı. Birkaç etkileyici aksiyon sahnesi dışında böylesi epik bir hikayeyi taşıyamamış yönetmen. 1959 yapımı Ben-Hur filmi yaklaşık üç buçuk saat kadar sürüyordu ve ihtişamlı prodüksiyonuyla etkileyici bir sinema ziyafeti sunuyordu. Böylesi bir hikayenin üzerine bir film yapıyorsanız, sinemanın teknolojik nimetlerinden yararlanıyorsanız, filmin üzerine bir şeyler koymak zorundasınız. Filmin üzerine hiçbir şey koyamıyorsanız en azından taklit olarak başarılı bir iş çıkarmalısınız ki izleyici için tatmin edici bir film ortaya çıksın. Tüm beklentilerimiz bu anlamda büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanıyor. Orijinal hikayeden bazı parçaları alıp ilk filmde yer almayan hikaye parçacıkları yerleştirilerek yapılmış bir film olarak 2016 yapımı Ben-Hur’un söyleyecek hiçbir şeyi yok. Biraz Yahudilik, biraz Hıristiyanlık ajitasyonu dışında bir mesaja bile sahip değil aslında.

Hikayenin bu denli ölü bir anlatımla filme yansımasının yanında oyunculuklar da basit bir televizyon filmi izliyormuşsunuz hissi veriyor. Burada bir cümle de Haluk Bilginer için söylemek gerek mutlaka; orijinal hikayede kısa ama önemli bir rolü olan Simonides rolü -biraz da montajda kesildiği anlaşılıyor- filmde varla yok arasında gidip geliyor. Filmin hikayesi içerisinde hiç olmasa arayacağımız bir karakter olarak da yer almıyor. Oysa orijinal hikayede kısa ama önemli bir yeri teşkil ediyordu. Haluk Bilginer’i dev bir Hollywood yapımında görmek adına beslediğiniz duygularda bu anlamda boşta kalabilir.

Tüm bu olumsuz eleştirilerin yanında başarılı birkaç yerden de bahsetmek lazım. Filmin özellikle savaş sahnelerinde başarılı bir iş çıkarılmış. Özellikle denizde geçen savaş, filmin hikayesinden bağımsız şekilde değerlendirildiğinde çok başarılı. Aynı şekilde filmin finalini oluşturan at yarışı sahneleri de etkileyiciydi.

Bunların yanında ilk filmden bağımsız olarak filmin Romalılara bakış açısı çok daha acımasız. Acımasız kelimesi burada haksız olarak algılanmasın. Romanın kanla beslenen, despot bir uygarlık olduğu muhakkak. Bir dönem dünyaya korku salan bu medeniyetin günümüz dünyasında taklitçileri de çok. Materyalizmin tarihteki başlangıç noktası olan Roma, ilahi dinlerin de mesajlarını ulaştırmak ve taptıkları putları yıkmak için en büyük çabayı sarf ettikleri medeniyet olmuştur. Tarihin en ihtişamlı şehirlerini inşa ederken en vahşi kıyımlarını yapan Roma’yı anlamak için her iki Ben-Hur filminin de bize önemli katkıları olacağı muhakkak. Bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet ve demokrasinin ilk temellerinin görüldüğü Roma yönetiminin kanlı ve vahşi anlayışının günümüz dünyasında nasıl da aynı kelimelerle dünyayı işgal etmeye ve sömürmeye çalıştığını görmek açısından da önemli.

Roma devletinin temel dinamiklerini doğru incelemek günümüz işgalci uygarlıklarına ışık tutacak bilgiler taşıyor. Yaşadığımız günlerin harareti pek çok olaya sakin ve mutedil bakmamızı engelliyor. Ama asırlar önce dünyaya hükmetmiş ve büyük şehirler üretirken dünyanın kalanını köleleştiren bir yönetim olarak Roma, neyin düşmanımız olduğunu da gözler önüne seriyor.

Tüm bu cümlelerin ötesinde her filmde gereken uhrevi rol kendisine iliştirilen Morgan Freeman’ı anmadan geçmeyeceğim. Morgan Freeman’sız Hollywood filmi eksik sayılır da film eleştirisi eksik sayılmaz mı?

Hayırlı, bereketli, neşeli bir bayramınız olsun. Kurbanlarınız manasını bulsun. Biz de İsmaili bir teslimiyet ve İbrahimi bir itaatle Rabbimize adayalım kendimizi.

***

Meclis Başkanına sesleniyorum!

Geçtiğimiz haftalarda Sayın Meclis Başkanımızın “Che” için yaptığı açıklamalar oldukça ses getirdi. Aslında söylediği sözlerde haksız değil. Ben de aynı düşünceleri başka kelimelerle ifade ederdim. Fakat Sayın Meclis Başkanımıza açıkça şu çağrıyı yapmaktan da geri durmayacağım:

Türkiye dünyada artık sözü geçen bir ülke olarak kendi kahramanlarının, tarihinin eserini üretmedikçe Che’nin posterlerini daha çok göreceksiniz. Bizim bu noktada nacizane tavsiyemiz, kendi kahramanlarımızı bir an önce gençliğimize en kaliteli biçimde anlatmak olacaktır. “Çağrı” filmiyle, Ömer Muhtar’la büyümüş bir nesil olarak bugünün gençliğine bir an önce bağımsızlık ve adelet mücadelesinin mihenk taşı isimlerini anlatmak ve onların erdemli davranışlarıyla gençleri donanım sahibi yapmak gerek. Bunun en kalıcı ve en hızlı yöntemi de sinemadır. Bu mesele milli güvenlik, milli eğitim kadar önemli bir meseledir. Ve bir an önce bu önemde ele alınması gerekir.

Yoksa Sayın Meclis Başkanının söylediği havada kalmış bir cümleden öte geçemeyecektir. 15 Temmuz gecesi gördük ki, bu yiğitlik bu milletin asaletinde mevcut. Kendi asaletinden bihaber olmak da bu minvalde gençliğin değil bu ülkenin kültür sanatını yöneten insanların ihmalidir.