Bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak, başka bir yerde kullanmak. Adalete aykırı davranmak, hak edene hakkını vermemek, haksızlık, adaletsizlik, eziyet, cevr, cefa. Zulüm kelimesinin sözlüklerde yer alan anlamları bu şekilde.

Bu tanımlardan hareketle bazı sonuçlara ulaşmaya çalışalım. Daha afili ifade edecek olursak; kelime kayıklarıyla mânâ deryalarına açılıp, zihin ağlarımıza takılan inci ve mercanlarla selamet sahiline erişelim.

Zalimliğin lüzumu yok. Çok da abartmadan düşünelim işte.

Aklımıza ilk gelen, zulmün bu tanımlar çerçevesinde aslında zannettiğimizden çok daha geniş anlamları olduğudur.

Herkes, içerisinde zalimlik potansiyeli taşır. Zulmün karşıtı adalet olarak tasavvur edildiğinden, adillik potansiyeli de taşıdığımızı unutmamak gerek elbette. Peki, herkes potansiyel zalimdir derken neyi kastediyorum? Şöyle ki; siz eğer bir çay tabağını yahut bir karton bardağı küllük olarak kullanıyorsanız o nesneye zulmediyorsunuz demektir. Bir şeyi varoluş amacından başka bir yerde, başka bir şey için kullanmış oluyorsunuz. Sözlükler bunun zulüm olduğunu söylüyor. Kanaatimce de öyle.

Bizler küçükken sokakta oyun oynadığımız arkadaşlarımızdan biri bakkaldan abur cubur alıp yanımızda yemeğe başlayınca canımız çeker, isterdik. Genelde paylaşılırdı. Ama istediğimizi vermeyenlere de ‘Sanki senin malın, onlar hep Allah’ın’ derdik.

Her şeyin Allah’tan olduğunu, onun yaratması sonucu var olduğunu yakîn derecesinde bilmesek de –ki hâlâ bilmiyor gibiyiz –  bunu yaşardık. Dilimize pelesenk etmiştik farkında olmadan. Eşyaya bu gözle baktığımızda kâğıt bardağa nasıl/neden zulmettiğimizi anlamaya başlıyoruz.

Hâl, eşya için bile böyleyken insan için nasıl olmalı acaba? Bardağa bardak gibi muamele etmemek zulümse, insana insan gibi davranmamak ne ola?

Zulmün dik âlâsı elbette. Doğu Türkistan, Arakan, Suriye, Filistin… Zalimlerce insan gibi kabul edilmedikleri için insanca muamele görmüyorlar. Sanatın çeşitli kollarıyla iştigal eden arkadaşım Bahadır Dadak bir şiirinde “Çağınızı Esed’le kınıyorum” demişti. Bu mısra ile bu bahsi kapatıp yoldaşlığa devam ederek ilerleyelim.

Lokmân’ın, oğluna öğüt verirken, “Şirk kesinlikle büyük bir zulümdür” dediği bildirilir. (Lokmân Suresi 13. ayet) Bazı tefsirlerde zulmün bu anlamı dikkate alınarak şirkin büyük bir zulüm olmasının sebebi; Allah’tan başkasına tapan insanın, Allah’ın hakkı olan kulluğu Allah’tan başkasına yöneltmek suretiyle haktan sapması veya değersiz bir varlığa kulluk ederek insanlık onuruna karşı haksızlık etmesi şeklinde izah edilir.

Bu surette kul, kulluktan saparak aslında en büyük zulmü kendine yapar. İnsanı tanrılaştırmak veya tanrıyı insanlaştırmak yine “hak edene hakkını vermemek” demek olur. Bu çerçeveden bakınca hümanizmin ne kadar zalimce bir ideoloji olduğu da kolayca anlaşılır.

Tüm bunları tefekkür etmeye başladığımızda zulmün çok yaygın olduğu kanısına varıyoruz. Fakat farkında değiliz.

Peki, ne yapmalı? Cevap Yusuf Ziya Ortaç’tan gelsin:

“Bir kuvvetin mağlûbuyuz, alnımız açık

Beş vakitte ezanlarla zulme karşı çık”