Aslında kültürümüz ve geleneğimiz çatışma yerine uzlaşmayı ve dayanışmayı esas alır. Ancak yoğun bir çatışma havası yaşıyoruz. Birini dinlerken ya da ortak bir çalışma içerisine girerken çok sayıda acaba ile masaya oturuyor, enerjimizin büyük bölümünü baştan kaybediyoruz.  Bu iyi niyetli olmama hali, yapacağımız işlerin de bereketsiz olmasına neden oluyor. Tabii ki bir toplantıda konuşulanları belirli bir tedbir ve zihni uyanıklık içerisinde dinlemek gerekir. Aslında gösterilecek asgarî bir insanî güven, olmaz işleri kolay kılacak, yeni kapıların açılmasına vesile olacaktır. Bilinmelidir ki iyi niyetin ve samimiyetin görünür görünmez koruyucuları vardır.

Asırlarca kendinden önce komşusunu, yandaki esnafı, fakir fukarayı, garip gurebâyı, yoksulu, yetimi, kimsesizi gözeten milletin evlatlarına bu çatışma ve bencillik hastalığı ne zaman düçar oldu?  Her türlü kötülüğün batıdan geldiği topyekûnculuğuna kapılmadan bu hastalığın batıdan bize bulaştığını söylemek isterim. Bugün ki batılılar her türlü haklarını savaşarak elde ettikleri için onlar için çatışma kültürü normal durum.  Kazananlar, kaybedenler gelmesin diye tedirgin yaşarken kaybedenler ise kaybettiklerini tekrar kazanmak için savaş baltalarıyla köşelerde beklemektedirler. Bu kötülük sarmalı, yüzyıllardır birbirini besleyerek daha kötü sonuçlar doğurmaktadır. Bu çatışmacı zihniyet hırs ve bencillik nedeniyle maddi refahı sağlamış ancak manevi huzuru getirememiştir.  Bu maddi refah dünyaya egemen olma hırsıyla beslenince talan edilmedik medeniyet kalmamıştır. Yeryüzü bu kötülük şebekesinin tarlası haline gelmiştir.

Batının maddi refahı karşında ezilenler, çareyi onları taklit etmekte buldular. Bunun en acı sonuçlarını ülkemizde yaşıyoruz.  Büyük bir medeniyetin temsilcileri yenilince, batının deli gömleğini giydiler. “Batıdan her ne sadır olduysa iyidir” saflığıyla kendi has dünyalarından uzaklaştılar. Asılacaklarsa İngiliz ipiyle olmasını tercih ettiler. Ancak çatışmacı zihniyetin temsilcileri, aç gözlü canavarlar olarak bir türlü doymak bilmediler. Bir müddet sonra cellâdına âşık bir zümre oluştu. Artık çatışmak için bir sebep oluşmuştu. Sınıfsız toplum sınıflara, hiziplere bölünerek çatışma kültürünün cenderesine girdi. Kendi değerlerinden koptukça ne bülbül ne de karga olabildiler. Yaban otuyla beslenmiş, kendisini bülbül sanan kargaların sayısı çoğaldı. Günümüzün tabiriyle at izi it izine karıştı.

Yaşadığımız sıkıntıların zâhirine bakarak çözüm üretemeyiz. Meselelerin künhüne vâkıf olmalıyız. Yeniden oturup “adam gibi” muhasebe yapmalıyız. Yoksa ne kadın cinayetlerini ne trafik canavarlarını ne de ihtiras hırsıyla yanıp tutuşan kifâyetsiz muhterisleri önleyebiliriz.  Çatışma kültürünü sürdürdükçe hep beraber kaybetmeye devam edeceğiz. Daha büyük onulmaz yaralara dûçar olacağız.

Çatışmacı kötülük sarmalından kurtulmanın yolu iyilik sarmalını büyütmekten geçiyor. Biliyorum kötülerin galebe çaldığı dünyada iyilerin yol bulması kolay olmayacak. Ama erdemli, ahlaklı, adil bir dünya için en az kötüler kadar mücadele etmezsek bütün insanlık kaybedecek. Bunun için çalışmaya değmez mi?