Tasavvuf öteden beri hep tartışılan bir konu. Tasavvufun içinde yer alan melamilik ise tartışılmayı geçtik, savaş açılan bir kol. Öyle ki nice insanlar, veliler sırf melami diye idam edildi. (Melamiliğe geçmeden önce, daha ayrıntılı dinlemek isteyenler youtube üzerinden kıymetli Halit Mestane ile gerçekleştirdiğimiz “Melamilik ve Bursalı Haşim Efendi” programımızı dinleyebilirler.)

Melamiliğin sözlük anlamı, kınamak demek. Melamiler ise kınayanların kınamasından korkmayanlar. Yüce Rabbimiz Kuran’ı Kerim’de “Ey müminler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah yakında öyle bir topluluk getirecektir ki O, onları sever; onlar da O’nu severler. Onlar müminlere alçakgönüllü, kafirlere şiddetlidirler. Allah yolunda cihat ederlerken kınayanlarından kınamasından korkmazlar” buyuruyor. Rasulullah Efendimiz ise bir cihat dönüşü “küçük cihat bitti, şimdi büyük cihat zamanı” diyor. Sahabe Efendimiz “büyük cihat ne” diye sorduğunda, Rasulullah “o nefsinizle savaşmaktır” buyuruyor. Ayeti hatırlarsak, Allah yolunda cihat ederlerken, yani nefisleriyle cihat ederlerken kınayanların kınamasından korkmazlar. Hamdun Kassam, Bıçakçı Ömer Dede ve Muhammed Nur’ül Arabi Hazretleriyle üç devre olan Melamilik hakkında İbn-i Arabi nübüvetten sonra gelen makam, velayetin en üst noktası diyor. İbn-i Arabi müslümanları üçe ayırırken abidler, sufiler ve melamiler şeklinde ayırarak melamileri, sufilerden ayrı bir yere koyuyor. Melamiler, bir kez Allah ile olduktan sonra daim o noktada kalan ancak zahirde halkla beraber yaşayan erenlerdir. Batınlarını, izhar etmezler. Sufiler cezbe haline gelip Hakk’la Hakk olduğunu belli edebilirken, melamiler her daim gizlerler. Sülemi Efendi burada şöyle bir ayrıma gidiyor. Sufilerin halini Hz. Musa’ya benzetiyor. Hz. Musa (as) Allah’la konuştuğunda, onun tecellisini gördüğünde etkilenmiş, bayılmıştı yani halini saklayamamış, zahire taşmıştı. Melamileri ise Rasulullah Efendimiz’in haline benzetiyor. Rasulullah Efendimiz, Miraç gecesi Allah ile görüşmüş, hiçbir kulun varamayacağı mertebeye varmış ancak döndüğünde zahirinde hiçbir iz kalmamış, halk ile halk olmuştu. Hücviri ise melamiliğe örnek olarak Rasulullah Efendimiz’in mücadelesini verir. Peygamberimiz, vahyi alana kadar herkes tarafından sevilen, güvenilen, emin kişiydi. Ancak ne zamanki vahiy aldım dedi, Hakk ile Hakk olduğunu halka ayan etti; adı deliye, sihirbaza, büyücüye çıktı ve kınandı, kınamalarına aldırmadan Hakk’ı dile getirdi. Yine aynı şekilde Hz. Adem yaratıldığında, melekler Allah’a “yeryüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın” demişler, sırra eremedikleri için Hz. Adem’i beğenmemişler, ondan rahatsız olmuşlardı. Allah, hikmet sahibiydi. Bu benzetmeden yola çıkarak Necmeddin Daye Hazretleri, “ilk melami Hz. Adem’dir” der.

Buraya itiraz gelebilir. Gelmesin. Çünkü melamilik, bir tarikat değildir. Bir mertebedir, haldir. Hakk ile Hakk olmuş kişinin batınını gizlemesi, insanların görüşlerini umursamaması, nefsini öldürmesi, kınayanların kınamasına aldırış etmemesidir. Tekkesi, kıyafeti, zikri yoktur. Herhangi bir tarikat mensubu derviş de tarikata bağlı olmayan bir abid de Allah’ın izniyle melamiliğe erişebilir.Ama halk bilmez, Hakk bilir, öyle ki bazen kendisi bile bilmez.

İsmail Maşuki Hazretlerini hatırlayalım: “Terk edip nam u nişanı/giy melamet hırkasını/ bu melamet hırkasında/nice sultan gizlüdür!”