Son yıllarda Rusya’nın Baltık-Karadeniz-Kızıldeniz hattında ticari ve güvenlik halkaları kurmaya çalıştığı görülüyor. Moskova’nın öncelikli amacı, bölgesel gücünü pekiştirmek. Bu noktada iki belirgin stratejisi olduğu anlaşılıyor. Birincisi, batılı ittifakları zayıflatmak. İkincisi batının gücünü ve nüfuzunu kısıtlamak.

Bu doğrultuda Avrupa Birliği ve NATO üyeleri arasındaki anlaşmazlıklardan istifade etti ve üye ülkeler arasındaki siyasal bölünmüşlüğün derinleşmesinde önemli bir rol oynadı. Bu duruma en iyi örnek, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini satın alması. S-400’lerin satın alınmasının Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkilediği ortada.

Benzer şekilde Moskova’nın Suriye konusunda, Türkiye ve NATO ülkeleri arasındaki ihtilaftan azami ölçüde yararlanmaya çalıştığı bilinen bir gerçek. Diğer taraftan Moskova’nın Gürcistan, Ermenistan ve Ukrayna’yı batının etki alanından uzak tutmak için askeri tedbirler dahil her yola başvurduğu rahatlıkla anlaşılabiliyor. Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde yer alan Donetsk ve Lugansk’ın tek taraflı bağımsızlık ilan etmesi, bu bağlamda öne çıkan üç önemli gelişme.

Rusya’nın çevresinde konumunu kuvvetlendirmeye çabaladığı bir dönemde, Başkan Trump Amerika’sının Suriye ve Ukrayna konusunda attığı adımların Moskova’nın ekmeğine yağ sürdüğünü, sağır sultan dahi biliyor. Öte yandan Amerika’nın Çin ile Rusya’nın Ortadoğu’da artan etkisine karşı yeni hamleler geliştirmede başarısız olduğu çok açık. Rusya’nın Suriye’den başlayıp Libya’ya kadar uzanan coğrafyada güç dengesini değiştirmeye yönelik attığı adımlar karşısında Amerika’nın retorikten öteye geçememesi stratejik bir hata olarak değerlendirilebilir.

Rusya’nın bölgesel ve küresel ölçekte başat bir güç olmasının önündeki en büyük engel kırılgan ekonomisi. Bir diğer kısıtsa, uluslararası medya ve diplomasi gücünün rakiplerine oranla yetersizliği. Rusya’nın ekonomik büyüklüğü ne ABD ne Çin ne de AB ile mukayese edilebilecek düzeydedir. Buna rağmen Rusya’nın artan yumuşak gücü dikkatlerden kaçmıyor.

Rus diplomatların sınır dışı edilmesi ve casusluk gibi olaylar düşünüldüğünde, bu defa Rusya’nın diplomatik sahadaki, “istenmeyen adam” portresi göze çarpıyor. Ancak tüm bu olaylar Avrupa-Amerika ekseniyle sınırlı. Tüm bu olumsuzluklara karşın Rusya’nın yakın çevresini etki altına aldıktan sonra Afrika, Akdeniz ve Kızıldeniz boyunca nüfuzunu yaydığı görülüyor. Bölge ülkeleriyle ilişkilerinde enerji ve savunma iş birliği kartını devreye sokan Kremlin, bölgede giderek bir denge unsuru haline geldi.

Avrupa Birliği veya Amerika’dan savunma ihtiyaçlarını tedarik edemeyen ya da dış politikada umduğu desteği elde edemeyen devletlerin bu boşluğu Rusya’yla doldurmaya çalıştığı görülebiliyor. Esas kırılma burada başlıyor. Tüm bunlara, Moskova’nın Sovyetler Birliği döneminden beri yakın askeri ve ekonomik ilişkiler içerisinde olduğu ülkelerle bağlantılarını güçlendirme girişimleri eklenince, güç dengesinin Rusya’nın lehine değiştiğini söylemek mümkün.

Rusya’nın etki alanını bu denli genişletmesinin nedeni, rakipleri arasında çıkan anlaşmazlıktan doğan güç boşluğu. Ayrıca bölgede durulmayan iç karışıklıkları da bir kenara not etmeli. Dahası Rus diplomasisi bu süreçte bölgesel gerilimlerden kaçınma ustalığını göstererek arabulucu rolünü ön plana çıkarmayı başardı. Zira bu vaziyet, Akdeniz boyunca ziyadesiyle fark edilebiliyor.