Müslümanın görevlerindendir: ‘‘Emr-i bil maruf nehy-i an’il münker.’’

Marufu yani iyiliği, adaleti, şefkati, merhameti, sadakati, vefayı, selamı(barışı); emretmek, tavsiye etmek, çoğaltmak, büyütmek ve iyi olana yani marufa halel getirmemek. Kötülüğü de; yasaklamak, engellemek, azaltmak, çirkinliğini ifşa etmek  ve anlamsızlaştırmak.

Marufu egemen kılmak sadece Müslümanların değil insanlığın da şiarıdır. Birlikte huzurlu, barış içinde müreffeh bir yaşamın başka bir yolu da yoktur.

İnsanlar dinleri, mezhepleri, ırkları, renkleri, siyasi görüşleri ne olursa olsun; can güvenliği, mal güvenliği, ırz ve namus güvenliği  herkes için emri evvelde vazgeçilmezdir. Bunların temini de ancak nizam-ı âlemin tesis edilmesiyle olur ki bu da ancak marufun egemenliği ile mümkündür.

İnsanlığın bu maruf değerlerine sahip olmayanlar bile marufun insanlığa hakim olmasını isterler. Şöyle ki; Zalimler bile gücünü yitirince adalet, katiller yakalanınca merhamet umud ederler. Daha açık söylemek gerekirse en adam olmayan, maruf ile en kavgalı olan insan bile başta kendisini yönetenler olmak üzere herkesin adil, ahlaklı, merhametli ve iyi insanlar olmasını ister.

İnsanlık tarihi boyunca türlü zalim, cani, katil, hırsız, arsız insanlar olmuştur ve olacaktır. İnsanlara ve insanlığa düşmanlık da olmuştur ve olacaktır. Ancak en azgın düşmanlık marufa düşmanlık yapmaktır ki bu şeytanın en büyük arzusudur.

Marufu tahrif, değerleri anlamsızlaştırmak, anlamlarını çarpıtmak, kötülüğe alet etmek yani bel’amlık yapmak kötülüğü yaymaktan, azgınlığı artırmaktan daha kötüdür.

Eğer insanlığın adalet, sadakat, merhamet, barış, hürriyet, hak terazileri sağlıklıysa bazı insanlar yanlış yapsa dahi zamanı ve imkânı bulununca o yanlış kişi veya eylem bu terazilerde tartılıp gerekli cezai işlem veya söylem hak üzere takdir edilir. Ama bu teraziler hedef alınıp tahrip edilir veya içi boşaltılır, itibarsızlaştırılır ve anlamsızlaştırılırsa bu durum halk içindeki ‘tuzun kokması’ mevzusundan bile daha ileri bir tehlikedir.

Üzülerek ifade etmek isterim ki şuan bu tehlike ile karşı karşıyayız. Halk içinde kullanılan ‘Önce lafa bakarım laf mı diye sonra söyleyene bakarım adam mı diye’ tabirini kullanmak, bir başkasının adamlığını ölçmek ve değer takdir etmek haddimiz değildir ancak hangi lafın kimin ağzında iyi ve samimi durduğunu, kimin ağzında da yapmacık ve ihtiyaca binaen emanet durduğunu bilecek durumdayız.

Barış istiyoruz lafından hemen sonra ‘sizi tükürüğümüzle boğarız, ülkeyi başınıza yıkarız’ hezeyanını gördükten sonra ‘Barış’ kelimesinin o cümlede bel’am adına görev yaptığını fikrine esir olmamış ve ufak bir zekâ kırıntısına sahip olan herkes anlar.

Demem o ki; ben bugün insanların katliama uğramasından daha çok marufun katledilmesi tehlikesini daha büyük bir katliam olarak görüyorum.

Bu minvalde bu günlerde ağızlarında hiç samimi durmayanlar tarafından aşırı sık kullanılarak kulaklarımızı tırmalayan barış ve demokrasiye dair bir değerlendirme yapmak isterim.

BARIŞ: İslam, selam, esenlik, düşmanlığın olmaması ve istenmemesi, düşmanlığın oluşmasına katkı sağlamamak, sulh halinin devamı için gerekirse haktan feragat etmek demektir. İlla bir savaş halinden sonra anlaşma ile geçilen süreç değildir. En anlamlı ve iyi barış, savaşa ihtiyaç bırakmayan barıştır.

İnsanları var olan sulh ortamından savaşa/çatışma haline götüren her türlü söylem ve eylem başında ve sonunda barış kelimesi olsa bile savaş ilanı, savaşa hizmet ve barışa düşmanlıktır.

Nizam-ı âlemi bozan, insanların can ve mal güvenliğine halel getiren her türlü söylem ve eylem savaş ve düşmanlığa hizmet eder. Eylemcilerin bir barış derneği/partisi  üyesi olması, ellerindeki dövizlerde ‘Barış’  kelimesi yazması be’amlıktan başka hiçbir şey ifade etmez ve bu kuralı değiştirmez.

Çocukları dahi silahlandırmak, yaşlı kadınları savaşa canlı kalkan yapmak, en ufak bir siyasi anlaşmazlıkta dahi insanları nizam-ı âlemi bozmaya, vandallık yapmaya, başkasının can ve malına kastetmeye davet etmek, muhattabı ile namlunun ağzıyla konuşmak barışın en büyük düşmanlığıdır.

Barış istemek sulh ortamında savaş tehididi yapmamak, savaşı başlatan/ilan eden olmamak, savaş ortamında kızıştıran tahrik eden, büyütmek isteyen olmamak, savaşın zararını en aza indirmeye gayret etmek demektir.

Savaşın bedelini artırmak için yaşam alanlarına taşıyan, yaşam alanlarının yerle yeksan olup; bebeklerin ve kadınların öldüğünü, insanların aç susuz perişan göç ettiğini gördüğü halde hala bu savaşı başka şehirlere de taşımak için çağrı yapan, gayret gösterenlerin ‘Barış’ kelimesini ağızlarına almalarını tarif eden cümleler edebimi aşmaktadır.

Barış en çok İslama ve değerlerine düşmanlığı kendine şiar edinmiş, insanlığa en az zararlı eylemlerini gürültü yapmak (Tencere/tava eylemi) olan; ağızlarını her açtıklarında ‘hayatı durdurun’ sloganı atanların, kendisinden olmayan herkesin canına ve malına her türlü saldırıyı meşru görenlerin ağzına yakışmaz. Maalesef şuan bu kesim ‘Barış’ kelimesini kendine soyisim olarak belirleyip ağzından eksik etmeyerek anlamsızlaştırmaktadır.

DEMOKRASİ: İslami bir kavram değildir. Şimdiye kadar bize öğretilen tanımı ile uyumlu bir saha örneklemesine şahit olmadım. Kişiye göre her türlü değişkenliği gösteren, elinde silah olan ve egemen olanlar için kullanışlı bir kavram olarak görmekteyim. Batılıların bize ‘kuşa bak kuşa’ mealinde öğrettiği bir kavramdır, gerçekte bir karşılığı yoktur.

Mucidi olan avrupalılardan, içimizdeki uzantılarına kadar ağızlarındaki demokrasi tanımı ile eylemleri arasından taban tabana bir zıtlık vardır. Kim en çok demokrasi diyor, kim o ütopyayı getirmeyi vaad ediyorsa ondan korkmak lazımdır.

ABD’nin ortadoğuya ‘demokrasi getirme’ vaadi ile yaptıkları, Avrupalıların Afirikaya ‘demokrasi götürme’ operasyonunun sonuçları ve içimizdeki uzantılarının ‘demokrasi’ adı altından milletin inanç ve değerlerine, yaşam ve giyimleri üzerinden yaptıkları zulüm ve inşa ettikleri despot vesayet sistemleri akıl sahipleri için yeterli örneklerdir. Tabi ‘onların demokrasi anlayışı’ ve ‘kendilerine demokrat’ tanımları bu ütopyanın haysiyetini kurtarmamaktadır.

Ülkemizde direk veya darbe kurumları üzerinden vesayeten iktidarda olduğu sürece insanlara din, dil, ırk ve yaşam şekilleri nedeniyle idam, sürgün, katliam ve türlü zulümler yapan ve bugün bile imkân bulsa aynı zulümleri yapacak olanların demokrasi kelimesini en çok diline pelesenk yapması bel’amlık dışında bir şey değildir.

Demokrasinin olmazsa olmazı olan sandıklar üzerinde silahlı vesayet kuranların, insanların iradelerini silahla esir alanların, kendilerine oy vermeyenleri hain, satılmış, makarnacı, göbeğini kaşıyan, bidon kafalı, cahil, keklik soylu, ajan, onursuz diye yaftalayanların demokrasi kelimesini kendilerine isim edinmeleri de onların aslında şeytanın avukatı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Gelecek nesillerin bu çelişkiler ve samimiyetsiz güruhlar nedeniyle marufa düşman olmamaları için bugün Marufun egemenliği için mücadele etmekle yükümlü olan bizlerin öncelikle marufun tahrifine karşı mücadele etmemiz gerekmektedir.

Kimsenin marufu kirli eylemlerine kalkan olarak kullanıp anlamsızlaştırılmasına müsaade etmemeliyiz; bu değerlerden herhangi birini diline dolayan her kimse şayet eylemleri bu söyleme ters ise onu ifşa etmeli, yüzüne vurmalı ve susturmalıyız.

Demokrasi deyip despotluk yapmak, barış deyip savaşmak, adalet deyip zulüm yapmak, özgürlük deyip esir almak, hak deyip haksızlık yapmak, merhamet deyip canilik yapmak, şefkat deyip insafsızlık yapmak, saygı deyip edepsizlik yapmak, huzur deyip vandallık yapmak, insanlık deyip her türlü şeytanlığı yapmak marufa düşmanlık yapmaktır.

Bu düşmanlık insanların tümüne ve geleceğine düşmanlık yapmaktır ki bu kimsenin haddi olmamalıdır.

Selam ve dua ile…