Eskiler, “İnsan dilinin altında gizlidir.” demişler. Doğru söz, söyledikleriyle ortaya döker insan şahsiyetini. Lakin susmak diye de bir şey yok mudur? Elbette var. Ama onun da bir yeri, bir zamanı var.

İnsanı diğer mahlukattan ayıran vasıflardan biri de konuşabiliyor olması. Ama yine de her vakit manalı bir şey değil konuşmak. Öyle her yerde ve her mesele için her aklına geleni söylemek en fazla ses çıkarmak olsa gerek. Yoksa konuşmak denen şey daha ulvi daha manalı bir hâl. Demem o ki insan her ne olursa olsun canı ne kadar yanarsa yansın ne denli zorda kalırsa kalsın susmalı bazen. Zira öyle vakitler vardır ki susan konuşandan hayırlıdır. Lakin bazı vakitler de vardır ki o zaman susan zulmü kabul etmiş, yanlışı teyit etmiş ve hatta belki de evvela kendi vicdanına ihanet etmiş olur.

“İnsan konuştuklarından mesuldür.” diyorlar. Doğru. Ama eksik bir söz. Zira bence insan sadece konuştuklarından değil sustuklarından da mesuldür. Misal ki bir yerde korumasız, savunmasız, güçsüz, kuvvetsiz ve kimsesiz kalmışların canları yanıyor, yakılıyorsa; susmak vicdana ihanettir. Ya da bir başka yerde sırf inandıkları için yerlerde sürükleniyor, mukaddesatları çiğneniyor, namuslarına el uzatılıyorken susmak; edebe, namusa ihanettir. Ya da küçücük çocuklara el uzatıyorken dünyanın en rezil, en pislik ve en aşağılık insanları susmak ahlaka da vicdana da dine de insanlığa da ve daha ne varsa mukaddes saydığımız hepsine topyekûn ihanettir.

İnsan konuştuklarından hesaba çekilecek, doğru. Ama ya sustukları? Sustuklarından da sual edilmeyecek, onların da hesabını vermeyecek mi? Hem madem “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” o vakit insan sustuklarının da karşılığını görecek ve onların da hesabı sorulacaktır. Şükür ki ahiret diye bir şey vardır. Ve “Zulme sessiz kalan, zulmü yapan gibidir.” fehvasınca her birimizden her bir şeyin hesabı sorulacaktır.

Bazıları, duruma göre, adama göre, zamana göre konuşuyor ya da susuyor ya! Nasıl olacak o iş? Hakikat bir ve tekse ve söyleyeceği de hakikatse neden sussun ki insan?

Şu yaşadığımız zaman bana biraz da böyle bir hâldeymişiz hissi veriyor. Konuşmamız gereken yerde susuyor, susacağımız yerde konuşuyoruz sanki. Hatta bazıları hep konuşuyor, çok konuşuyor; ama maalesef neredeyse hiçbir şey söylemiyorlar. Diğer bazıları da ısrarla ve inatla sadece susuyorlar.

Oysa bu zamanda sessiz kalmak ve susmak değil doğru olanı söylemek gerek. Zira yanlışı, kötüyü, haksızlığı ve hatta ahlaksızlığı bağıra çağıra söyleyip de duruyor adamlar ve ne yazık ki dünya sesi yüksek çıkanları haklı zannediyor.