Tarım arazilerinin stratejik değeri ile bu arazilerin ekolojik denge içerisindeki değeri diğer önceliklerle kıyas edilemeyecek önemdedir. Ekonomik kalkınma ne kadar önemli olsa da tarım ürünlerinin sağlayacağı kendi kendine yeterlilik stratejik şartı karşısında ikinci planda kalabilir. Bunun istisnası, teknoloji ve sanayi üretimi sektörleriyle ekonomisini ayakta tutmakta olan ülkelerdir.

Bu ülkelerin elinde her zaman, tarım ürünleri satın almak için verebilecekleri daha değerli teknik ve sınai ürünler olur ve bu mamullerin ambargoya uğrama ihtimalleri de sıfıra yakındır. Hâlbuki Türkiye’nin coğrafyası, sözgelimi askeri ve ekonomik ambargo ihtimallerini de akla getiriyor. Bunun örnekleri, Kıbrıs Barış harekâtı veya PKK’ya karşı yapılan operasyonlarda yaşanan dolaylı-dolaysız silah ambargolarıdır.

Irak’ın ambargoyla ilk karşılaştığında ilk kayıpları ilaç ve süt ürünleri eksikliği dolayısıyla bebek ölümleriyle soğuk yüzünü göstermişti. Türkiye şu anda böyle bir süreçte değil kuşkusuz; fakat kendine yeterli tarım ürününü üretecek bir ülke olmak gelecekte bugünkünden daha değerli olacağında hiç bir kuşku yok. Türkiye’de tarım arazilerinin mirasın bölünmesiyle sürekli küçülmesi, makul bir toprak reformunun zamanında yapılamamış olması, tarım ve hayvancılık ürünlerinden üreticinin minimum ve masrafla başa baş kazanç elde edebilmeleri, bu sektörden kaçışa yol açmaktadır.

Şu anda Türkiye’de tarım sektöründe çalışanların büyük çoğunluğu köylerde yaşayan vatandaşlar. Kırsal alanlarda yaşayanların oranı 2000 yılında yüzde 35’lerde iken şu anda %20 civarında ve bu azalma tarım sektörünün yaşadığı küçülmenin habercilerinden. Bu düşüşle birlikte bir de, ince tarım/yoğun tarım (entansif tarım) olarak adlandırılan yüksek kalitede ve “bahada ağır” ürünler zamandaş (çağcıl) usullerle üretilmeye başlanmamışsa tarımda baş gösteren tehlikenin sinyallerini duymak gerekir. Bu çerçevede organik tarım ise apayrı bir başlıkta dikkat çekilmeyi hak ediyor.

Teknoloji ve ağır sanayi üretiminde ciddi bir payı olmayan ülkelerin bu alanlarda gelişmek için azami gayret gösterirken hiç olmazsa tarım üretimi konusunda da kendine yeterli olmaktan geri kalmaması gerekir. Kaldı ki tarım ve ona bağlı yan sektörlerle neler başarabileceğini gösteren Hollanda gibi örnekler de gözler önündedir.          

Belirli bir tarım arazisinin bilerek veya bilmeden imara açılması halinde o bölgedeki yapılaşma ve betonlaşmanın yol açtığı yıkım tarım arazisinin bir daha geriye döndürülmeyecek şekilde yok olmasıyla eş anlamlıdır.

İnşaatların temeli kazılırken toprağın yüzeyindeki verimli toprak (organik toprak) tabakası hafriyat olarak çıkarılır, temel atılırken de bunun yerine çimento, kireç gibi bitkiler için zararlı maddeler girer. Böylece toprağın hava ve su teması kesilmiş olur. Bu konuda iyi bir planlama da yapılmadığında toprak altındaki her bir cm3’de yaşayan milyarlarca mikroorganizmanın yok olması, yeşil alanların daralması, çocuk ve aileler için gereken sosyal mekânların azalması ve sonunda betonun toprağa, cansızın canlıya galebesi ile sonuçlanır.

İnsan yerleşimine açılan alanlarda aşırı yoğunlaşma olduğunda kimyasal temizlik maddeleri, tıbbi atıklar, radyoaktif atıklar toprağa, suya ve havaya karşılaşarak doğal dengeyi bozuyor.  Bunun yanında fiziki olarak fark etmediğimiz fakat beyin ve sinir sistemimize etkileri olduğunda artık hiçbir kuşku olmayan radyo, TV, kablosuz internet dalgaları, baz istasyonları, elektromanyetik bulutlar yaşayan insan sayısına göre servis (hizmet) getirdiğinden plansız yığılmalar halinde maruz kalacağımız doğal olmayan etkiler daha da artmış oluyor.

Eminim ki çoğunuz merak ediyorsunuzdur. Neden tarım arazilerinde yapılaşma daha yaygın oluyor? Pragmatik, basit, plansız ve kâr amaçlı  düşünmek yüzünden tabii… Dağ yamaçları yerine, yumuşak topraklı ovalara ve tarım arazilerine  binaları dikerseniz kanalizasyon ve elektrik hatları için çukur, hendek ve kanal açmak daha kolay görüldüğünden.

Pekiyi ne yapılmalı?

İmar ve iskân konusunda rasyonel, istikrarlı ve istikametli bir planlama ile  Anadolu’nun tarıma elverişli olmayan arazilerinden başlayarak iş alanlarının, fabrikaların bu alanlara kaydırılması, teşvik destekleri, vergi kolaylıkları ve yönlendirmeyle hâlâ mümkün. Bu yolda sabır ve ısrarla ülkeyi ve geleceğimizi korumak mümkün olabilir.

Türkiye için “Arazi Kabiliyet Sınıflandırması” yapılmış olduğuna göre imar konusunda yapılacak şey; bütün tarım arazilerini göz önünde tutan makro imar planı ve il makro imar planları elzemdir. Ege’nin iç kesimleri, Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tarıma elverişli olmayan kısımlarının yeni iş imkânları ve yerleşim cazibeleri ile yeni baştan planlanması gerekir. Aksi halde, bütün Marmara bölgesini ve özelde İstanbul ve çevresini elbirliğiyle 25-30 milyon ölçeğinde bir kaos bölgesine çevirmiş olacağız.

Güçlü, içeride ve dışarıda barışa ve çevresine katkı verebilecek bir Türkiye için tarım topraklarının mevzuata uygun ve hatta onun ötesinde bir hassasiyetle korunması ülkenin geleceği ve toplum için stratejik önem taşıyor.

Bakanlık, Belediyeler, imar müdürlükleri, saha uzmanları ve akademisyen ve STK’ların ayrı ayrı sorumlulukları ve devredemeyecekleri görevleri vardır. Özetle, iş işten geçmeden tarım arazilerinin korunması yönünde külli bir bakış ve strateji geliştirilmelidir…