Sevgili İsmail Kılıçarslan’ın tespitiyle başlayalım. “Bir kez daha: ‘Filistin sorunu’ isimli bir sorun yoktur. ‘İsrail sorunu’dur o.” diyor İsmail abi. Mesele tam olarak budur. 1947’den itibaren Filistin haritasının günümüze kadar yaşadığı değişim ve işgal harekâtına bakıldığında, bu net olarak görülür.

         Tarih, 1860’larda Filistin’deki Yahudi nüfusunun altı bin civarında olduğunu salık veriyor. 1800’lerin sonlarında Yahudi Teodor Herlz’in öncülüğünde ve Batı(l) dünyasının desteğiyle Filistin topraklarının Siyonostlerce işgaline başlanıyor, Yahudilerin, Filistin topraklarına göç etmesi sağlanıyor. Bu harekâtın nihai hedefi “arz-ı mev’ud”du. Hâlihazırda Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde, Irak’ta, Suriye’de süren keşmekeşler de bundan bağımsız değil. 1900’lerin başında İttihat ve Terakki’nin destekleriyle Yahudiler Osmanlı siyasetine sirayet ve etki etmeye başlamıştır. Sultan Abdülhamid’in elinin tersiyle ittiği Siyonist rüşvetlere rağmen İttihat ve Terakki iktidarı, Filistin topraklarını, Siyonistlerin alımına açmıştır. Gerisi malumunuz.

          Olympos Ddağı’nın çocukları ile Firavun’un çocukları, her zaman Hira Dağı’nın çocukları karşısında aynı safta olmuş, aynı amaç ile mücadele etmiştir. Dün olduğu gibi, bugün de öyle.

         Şimdi de modern eşkıya ABD, “ben her istediğimi yaparım, gönlümün istediği tasarrufta bulunurum, Filistib topraklarını İsrail’e hediye ederim, herkese de buna rıza gösterip biat etmek düşer” diyor. Bu noktada Müslümanlar olarak bizim ne yaptığımız ya da yapacağımız önem arz ediyor. Yine “kınama”, “endişe bildirme” gibi soft, “ılımlı İslam” argümanlarını kullanıp ufak bir gaz almadan sonra bildiklerini okumalarına yardımcı mı olacağız? Yoksa bize yakışan bir duruş sergileyip dişe dokunur bir “eylem”, bir “müeyyide” ile cevap vererek geri adım atılmasını mı sağlayacağız?

         İkinci seçeneğin gerçekleşmesi, Batı’nın kuklası “Arap liderleri”nin alacakları tavra bağlı. Birinci seçenek ile yetinilecek olursa, bilmeliyiz ki yarın Mekke’yi, Kâbe’yi, İstanbul’u, Ayasofya’yı da hedefe koyacaklardır; Filistin topraklarının Siyonist işgaline açıldığı gibi bizim topraklarımızın da Siyonist işgaline açılması için talepte bulunacaklardır. “Arap liderlerin” içerisinde bulundukları zillet durumunun sona ermesi biraz da halklarının gösterecekleri tepki, Arap sokağının alacağı tutuma bağlı. Eğer o ülke halklarından sert bir itiraz, bir silkinme ortaya çıkmazsa, “liderleri”nin canına minnet!

         Siyonların ve Haçlıların “İstanbul (1453)” kuyruk acısı asla geçmedi, geçmez. Kudüs meselesi, biraz da bu kuyruk acısının rövanşını almak için yola döşenen taştır. Her şeyin en nihayetinde hedef İstanbul’dur; bir devri kapatan İstanbul fethinin, İstanbul’un geri alınmasıyla “nihai çağ”ı başlatmak… 

         Siyonların zulmü karşısında Rachel Corrie’nin ortaya koydu irade ve şerefli duruş, biz bütün Müslümanlar için bir pusula mahiyetindedir. Bu münasebetle Rachel Corrie (inşallah iman nasip olmuştur) kardeşimiz için yazdığım iki şiirden biri olan “Rachel 2”yi, kendisini hayrla yâd ederek paylaşmak isterim.

Rachel 2

Sen uzak memleketlerin kızı

Sen yüreğimi aşındıran muhacir

Sen en aşina yabancı!

Sen tankların çarkına taş sokan

Sen gözyaşının rengini teke indiren

Sen zulmün aklını kemiren

Sen kapitalizmin tahtını canıyla deviren

Sen tebessümü kartpostallaştıran

Sen gözlere yeşili müptela kıldıran

Sen mavi perperoku kıskandıran

Sen eyleme mana katan

Sen batı despotizmini üç kuruşa satan

Sen ölümü öldüren kahraman

Sen kıyam vaktini selalayan zaman

Rachel; nanê helal…