Her ne kadar ölçülü olmaya davet eden, “İnsan iddiasından vurulurmuş” sözünü hatırlasam da seküler insan, sahip olabildiği bilgi nispetinde ya da nispetsizliğinde belirli bir iddianın sahibi olabiliyor…

Ve bu iddiasını -dinden siyasete- yayabildiği kadar geniş kitlelere yaymanın derdinde de olabiliyor; beşeri bir misyonla…

Bu faaliyeti, ikna yöntemleriyle -misyonerlik, irşad ya da her ne ise- uygulayanlar olduğu gibi, devlet ya da toplumu kontrol eden çeşitli güç odaklarını ele geçirerek -darbelerle veya farklı biçimde zorlayıcı, istilacı, asimile edici yöntemlerle- çok daha acımasız ama kestirme yolları seçerek uygulayanlar da var…

“Beşeri bir iddia, neredeyse tamamen tek bir kişiyle başlar” desek yanılmış olmayız…

Fakat iddianın sahibi, gözüne kestirdiği kitlelerin gönlüne girerek aslında onların enerjisinden istifade eder; eğer kötü bir niyet de varsa bu kazanılan güç, büyük bir istilacı karakter kazanır ve iddianın sahibini büyük ama zalim bir gücün lideri konumuna yükseltir…

Bu yöntemlerin -ülkemizde dâhil olmak üzere- toplumlarda ne denli büyük yıkımlara sebep olduğunu ifade etmeye dahi gerek yoktur…

İddia büyüdükçe hırs ve kin de o nispette büyük oluyor sanırım; istila edileceklerin genişliğinin kabarttığı nefisi beslemek için…

Şiddete başvurmayan her düşünce eğer ikna edebilecek bir akıl bulabiliyorsa iddiasını anlatabilir…

Fakat fikrinin kuvvetinden emin olmadığı için kitlelerin de itibar etmeyeceğini düşünen zorbalar, korku silahını çekerek sahip oldukları güç unsurlarını kitlelerin üzerine hücum ettirirler…     

Bu büyük kurgunun çok küçük ve sahte yansımalarını bireysel bir hesaplaşmada bile görebiliyoruz…

Bazı karakter fukaraları, tek başına hiçbir değer atfetmeyecek hatta kişiselleştikçe çiğleşeceğini bildikleri hesaplaşmalarını, büyük ve toplumun belirli bir kesimi tarafından satın alınmış düşünce organizasyonlarının şemsiyesinin altına girerek yaparlar…

Düşünce organizasyonlarını kendi çıkarları için kullanan bu “korsanlar” çoğu zaman itibar gören “hak” mücadelelerinin itibarını de zedeler ve zamanla onların güvenirliliklerini sorgulatırlar…

Kadına şiddet, hayvana şiddet, doğaya saygı gibi insanların çok hassas olduğunu bildikleri konuları, kendi küçük çıkarlarına “kılıf” yaparak büyük kitleleri, kendi hesabını sormak adına harekete geçirmek isterler…

Ne yazık ki çok kere bunu başaranların olduğunu da gördük; tabi bu sinsi yöntemin ne kadarını yakalayabiliyoruz orası muamma…

Meseleyi somutlaştırması için bir haberi örnek alayım: Tamamen ticari bir uyuşmazlık sebebiyle ve belli ki eşit koşularda girişilmiş bir dükkân kiralama işleminin, sorunlu olarak sona erişini -kendisine yönelen hiçbir şiddet olmadığı halde ve mutlaka ilgi göreceği düşüncesiyle- kadın mal sahibi; “Bu aynı zamanda kadına yönelik bir şiddettir” diye yorumladı…

Bu, çok basit bir örnek aslında ve çok dramatik sonuçlar doğurma potansiyeli olan bir istismar yöntemi…

Bu yöntemle basit bir kişisel çıkar hesabı, bir anda kitlelerin hesabına dönüşmüş oluyor…

Mağrur bir iş kadını bir anda mağdur olmuş, şiddete uğramış kadına dönüşünce, karşısındaki de kendisini kitlesel bir linçin içinde buluyor…

Ne adil bir hesap sorma biçimi ama değil mi?