Vahdeti vücut özellikle belli kesimler tarafından çok eleştirilen bir düşünce. Öyle ki yine belli kesimler tarafından şirk olarak lanse edilmekte. Mevlanalar, Yunus Emre’ler, Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet dahi haşa kafir bu kişilere göre. Öncelikle İbni Arabi hiçbir zaman vahdeti vücut tanımını kullanmamıştır. İbni Arabi ilk kez tam teşekküllü biçimde bu düşünceyi anlatmış, daha sonra İbni Teymiyye karşı çıkarken vücudu birlemekten vahdeti vücut kavramını bulmuştur. Bir ikincisi İmam Rabbani’nin vahdeti şühud düşüncesi üzerinden bir karşı duruş sergileme çabası görülmekte. Vahdeti şühut, vahdeti vücuda karşı bir görüş değildir. Zaten İbni Arabi Hazretleri için Şeyhül Ekber ismini ilk kez İmam Rabbani kullanmış, yetinmemiş mektubatında “Ben zahiri hallerine bakarak İbni Arabi’yi eleştiriyordum, manada gördüm ki o benden mertebe olarak kat kat yüksekmiş” demiştir.

Allah ilk önce nur-u Muhammediyi yaratmış, bu nurda kendisini görmüş, seyretmiş, kendisine aşık olmuş ve o nurdan kainatı, insanları yaratmıştır. İnsanı kendisi, kainatı insan için yaratmıştır. Bir kudsi hadiste “ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim, yarattım” buyurmuştur. Yunus Emre de bu hakikati “kul padişahsız olmaz, padişah kulsuz değil, padişahı kim bilirdi, kul demese yort savul” diyerek özetlemiştir. Allah, Zat’ı itibarıyla asla bilinemez. Allah, mutlak varlıktır çünkü, O özü gereği var olandır. Allah hiçbir şeyin nedeni değildir. Zaten şeriatta da Zat’ını düşünmek yasaklanmıştır çünkü düşünüldüğünde ister istemez insan zihni bir şeyle benzerlik arayacak, bu da onu küfre götürecektir. Allah, benzersizdir. Ancak Allah’ın isimleri ve sıfatları bilinebilir. Çünkü her şey O’nun isminin veya sıfatının bir tecellisidir. Allah’ın bilmekliği, yaratmasıdır. “O her an yeni bir şe’ndedir” ayeti de, her an yaratma halinde olduğunu anlatır. O yaratma da isimleri ve sıfatlarıyla meydana gelmektedir. Kainattaki her şey, insan, eşya ne varsa, onlar ve hareketler Allah’ın bir isminin, sıfatının tecellisidir. Allah, böylece kendini seyretmekte, kendinden kendine akan bir deveran oluşmaktadır. Ancak şu unutulmamalıdır burada, deveran bizim içindir, Allah andadır. Ve bu akışta her şey bir mertebeye sahiptir. Allah’ın önce nuru, ruhu, kalemi yarattık gibi ayetleri; nur-u Muhammedi’nin bir mertebesidir, görüntüsüdür. Rasulullah da nur-u Muhammedi’nin dünyadaki görüntüsüdür, o yüzden hatasız tek kuldur ve yine o yüzden Adem (a.s) cennete girerken kapısında O’nun adını gördüğünü söylemiştir. “Adem toprakla balçıkla arasındayken ben vardım” hadisi de bunu anlatmaktadır. Allah nurunu çektiği an, mahlukat yok olmaya mahkumdur. Kudret, yalnızca Allah’ındır. Vahdeti vucut, burada ben demeyi şirk sayar, çünkü kudreti kendinden bilmektir. Öyleyse her şey bir vehimdir, görüntüdür. Yapan, Allah’tır. Modern kuantum ilmi de maddenin aslının enerji olduğunu, maddeyi hızlandırırsak ortaya enerjinin çıktığını, enerji hızlanırsa ışık, ışığı dondurursak veya yavaşlatırsak yine enerjinin çıktığını, öyleyse kaynağın ışık olduğunu söyler. Işık, nurdur. Maddeyi madde yapan nurdur. Ayette de, yerin ve göğün nuru Allah’tır buyuruluyor.

Öyleyse insan varlığı Allah’a atfederse kemale erecektir. İşte vahdeti şühud da masivayı terk etmeyi söyler. Mahlukata, varlık vererek yapar bunu. Vahdeti vücuda ulaşmanın yolu, şühuddan geçer öyleyse. Zıtlık yoktur, devamlılık vardır.

Burada keselim. Daha sonra devam edelim inşallah.