Bu satırları Viyana’dan yazıyorum. Otobüsün penceresinden Tuna akıp duruyor. Bütün anılarımızla yüklü küçük tekneler geçiyor. Osmanlı’nın geri döndüğü kapılardan ben de geri dönüyorum. Kapılar kalmış. Surların çoğu yıkılmış. Anılarını yıkmışlar. Yine de bir şeyden kurtulamamışlar. Burada bir Türk korkusu seziyorsunuz. Bu korku şehrin ciğerlerine sinmiş. Hakan Albayrak boşuna yazmamış diyorum kendi kendime…

Adım başı Türk’e rastlanıyor burada. Osmanlı 300 bin kişilik orduyla kuşatmıştı burayı. Şimdi yarısı kaçak 400 bine yakın Türk yaşıyormuş. Akşam adana kebabı yediğimiz yerde “Nemrut’un Kızı” çalıyor. Viyana sorular şehri kafamda. Cidden asker ganimet almasın diye mi 300 bin kişi 30 bin kişiyi aylarca kuşattı.

Haklarını teslim etmek gereken tek şey şehri ve o kirli tarihi korumuş olmaları. Şehrin en güzel meydanına pisliklerinden başlarına gelen “veba” illeti üzerine dev bir VEBA heykeli dikmişler. Veba heykelinin altında arp çalan kırmızı sakallı adamla resim çekiniyorum.

Ah! Tuna

Kıyılarına nisan vurmuş

Nisan dediysem çiçek çiçek

Bella’nın gözleri gibi

Uykusuz, Ürkek

Sokulup koynuma yar gibi

Suyuna ekmek banan

Binlerce Mehmet gibi

Yeşil yeşil ağlıyorsun

Viyana döndüğüm kapı

Sultan’ın yangın yanı

Kılıçtan geçirilmiş hayalet

Sokaklarında yatıyor düşten

bir adam

Veba heykelinin altında

Türk marşı

Bir kafeteryadan Mozart

Meydanlardan hayat

Sızıyor sokaklara kan gibi

Karanlıkta oynaşan Tuna gibi

Sokulsan nefesime diyorum

Bella zamanı geri alsak

Aşkı bir daha

Kuşatsak diyorum

Mümkün mü?

Onca ayrılıktan sonra

tekrar sevmek

Tuna kıyısında bir antepli

Sırtında mac Donald reklamı

Elinde Döner ekmek