Çözüm süreci üzerinden “Türkiye bölünür mü; yoksa büyür mü?” soruları çok soruluyor. Hemen ifade edeyim; biz bu süreci tamamlayamazsak bizi çözerler ve esas bölünme o vakit başlar.

Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar sürekli olarak bize bir “bölünme” sendromu enjekte edildi. Osmanlının son kadroları aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk kadrolarıydı ve devlette sürekli küçülmeyi öngördükleri için, Anadolu’ya da sıkışınca, kendilerine karşı her şeyi “bölücü” olarak algıladılar. Onun için Şeyh Said de, Esat Erbilli de, İskilipli Atıf da devletin gözünde hep bölücü oldu. Aynı damga Çerkes Ethem’den Dersim’e kadar her yere vuruldu ve sürekli olarak “bölüneceğiz” tezi işlendi.

Çözüm süreci ile birlikte aslında 90 yıldan fazla süredir sistemin “bölüneceğiz” tezi yerle bir ediliyor ve “bölünme” yerine “büyüyeceğiz” algısı kuvvetleniyor. Bu nedenle Batum’a kimlikle girebiliyorsak Irak’a, Suriye’ye vb. yerlere de kimlikle girebileceğimizi görüyoruz.

Bu sendrom aslında Cumhuriyet’ten önce de bu toprakların gündemindeydi.

1836 yılında Osmanlının ilk Hariciye nazırı olan Reisü’l-Küttab Akif Efendi’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nu tehdit eden tehlikeleri ve İmparatorluğun -en nihayet içlerinden birisini tercih etmek zorunda kalacağı- ihtimallerini sıralayan 1822 tarihli layihasında şu tespitler yer alıyordu:

Müslümanlar üç karardan birini seçmelidirler:

1) Ya, Allah’ın (CC) emri ve Hz. Muhammed’in (SAV) şeriatına bağlı olarak -mülk ve hayatımıza önem vermeksizin- hala elimizde bulunan eyaletleri sonuna kadar savunmalıyız.

2) Ya, onları terk edip Anadolu’ya çekilmeliyiz.

3) Ya da bu iki seçenek mümkün değilse (şık) olarak –ki Allah bunu yasaklar- Kırım, Hindistan ve Kazan halklarının örneğini izleyip kölelik menzilesine ineceğiz.

Akif Efendi yaşamış olsaydı çözüm süreci üzerinden eminim ki şöyle diyecekti: “Savunma, çekilme ve teslim olma şeklinde sıraladığım şartlar değişti.”

Anadolu’ya çekildik ve zaman zaman kölelik menzilesine indirildik. Şimdi Anadolu’dan eyaletlere uzanma vaktidir. Bu nedenle artık “bölünme” ile korkma vakti değil, “büyüme” ile umutlanma zamanıdır.

DİNDARLAR

ÇÖZÜM SÜRECİNDE

DEVLETTEN

DAHA CESUR

Çözüm sürecinin ortaya çıkmasıyla birlikte dindar kesimin rapor ve çalıştayları hızlanmaya başladı. Birçok rapor ve çalıştay organize edildi. İHH insani Yardım Vakfı’nın “Kürt Meselesi ve Çözüm Süreci” raporu bu anlamda dindar kesim içinde şu ana kadar hazırlanmış en cesur raporlardan biri olma özelliğini koruyor. Kısaca, “Doğu Türkistan için ne istiyorsak Kürtler için de onu istiyoruz” diyebilecek kadar cesur. Hafta sonu Ankara’da Doğu-Güneydoğu Kalkınma Vakfı (DAKAV) ve Diyarbakır’da “Kürt Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı” da dindarların sürece bakışını ortaya koydu.

Dindarlar hülasa ne diyor:

* Devlet yetkilileri, Kürt meselesini silah bıraktırma veya çatışmasızlığa indirgememelidir. Çözümün asli konusu olan Kürtlerin, Kemalist sistem tarafından gasp edilmiş İslami ve insani hakları, asla hiçbir pazarlık konusu yapılmadan ve geciktirilmeden iade edilmelidir.

* Kürtçe ‘ikinci resmi dil’ olarak kabul edilmeli, anadilde eğitimin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

* Statükonun devamından yana olan ve vesayet sistemini ayakta tutmak isteyenler için Kürt sorunu, bugüne kadar hep en elverişli araçtı. Bu yönüyle gerek militarist vesayetten yana olanlar gerekse Kürt sorunundan nemalanan tüm kesimler, sorunun devamı bağlamında çözüme yönelik çabaları sonuçsuz bırakmaya çalışmışlardır.

* Siyasi sahada devlet sadece HDP ile değil, başta HÜDA PAR olmak üzere, HAK PAR ve bölgede etkin olan diğer siyasi partilerle de sorunun çözümü noktasında görüşmeli ve onların da çözüme katkı sunması sağlanmalıdır.

* “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin Türk olduğu” nitelemesinden vazgeçilmelidir. Başta Anayasa olmak üzere yasalardaki etnik vurgular ayıklanmalı, devlet diline hâkim olan ırkçı, dışlayıcı ve inkârcı söylem tüm mevzuattan, literatürden ve eğitim sisteminden çıkarılmalıdır.

* Bu sorun tek başına hükümetin değil, yasama, yargı ve devletin tüm mekanizmalarının olduğu gibi bütün siyasi partilerin, STK’ların, üniversite, medrese, medya, cemaat, aydın ve tüm kanaat önderlerinin meselesidir. Diğer siyasi partilerin milliyetçi ve mezhebî bir bakış açısıyla değil, tüm Türkiye halkının kazanımı hesabıyla hareket etmesi gerekir.

* Ortadoğu’daki genel çatışma ve huzursuzluğun farklı aktörlerden kaynaklandığı düşünülse de sorun aslında tek orijinlidir. Dolayısıyla Kürt meselesi, Mescid-i Aksa olayları, Suriye meselesi, Irak’ın istikrarsızlığı ve Kobani olayları tamamıyla birbiriyle ilintilidir.

* Türkiye’nin Kürt meselesinde çözüme ulaşması, muhtemel Kürt-Türk-Arap etnik çatışmasını isteyenlerin tüm oyunlarını bozacak ve bölgede barışı sağlayacaktır.

* Çözüm sürecinde dindarların tezleri, devletin de diğer kesimlerin de şu an önünde. Dindarların taleplerine kulak vermek gerekiyor.