Kişinin kendi hayatını etkileyecek önemli bir karar alması elbette zordur.

Fakat o kişi aile reisiyse ve kararı tüm aile fertlerini ilgilendiriyorsa zorluk oranı kat be kat artar.

Çocuklarının hayatı ve geleceği söz konusudur.

Yapmak zorunda kaldığı şeyle hayalini kurduğu ve arzu ettiği şey çok farklı olabilir.

Şartlar öyle gerektirmiştir, başka seçeneği yoktur.

Devlet yönetmek ise bir aileyi yönetmekten daha da zordur.

Çünkü üç-beş kişiden oluşan bir ailenin değil koskoca bir halkın ve ülkenin sorumluluğunu yüklenmek demektir.

Hamas’ın Gazze’deki durumu bunun çarpıcı bir örneği.

İsmail Heniyye, sadece hareketini değil Gazze Şeridi’nde yaşayan iki milyon insanı göz önünde bulundurarak adım atmak zorunda.

Bir yanda İsrail ve Mısır’ın ablukası, diğer yanda Mahmut Abbas’ın uygulamaya başladığı ağır yaptırımlar.

Elektrik krizi tahammül edilemez boyutta.

Hastanelerde ilaç ve tıbbi malzeme kalmamış.

Tedavi için Gazze Şeridi dışına sevk edilmeyen bebekler birer birer ölüyor.

İki milyon insanın büyük çoğunluğu Hamas’ı ve direnişi destekliyor fakat hareketin liderlerinden de kendilerini rahatlatmak için bir şeyler yapmalarını bekliyor.

Mısır’da Mursi cumhurbaşkanı seçildiğinde sevinçten sokaklarda tatlı dağıtan Gazze halkının Abdülfettah Es-Sisi’nin boy boy posterlerine katlanmak zorunda kalmasının ardında bu gerçek yatıyor.

Mısır rejimi tarafından olmadık hakaretlere ve aşağılamalara maruz kalan Hamas liderleri, Rabia ve En-Nahda katliamlarını gerçekleştiren katillerin yüzlerine gülüyorlarsa bunun tek bir amacı var:

Gazze halkına az da olsa nefes aldırabilmek ve Filistin davasının tümüyle tasfiyesine engel olmak.

Benzer bir durum Suriye için de geçerli.

Halkın Beşşar El-Esed’i devirmek için sokaklara döküldüğü günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı.

Hayali kurulan, halkın kendi yönetimini demokratik seçimlerle belirlediği demokratik bir Suriye idi.

İran, Rusya, Amerika ve daha birçok aktörün devreye girmesine bir de devrimcilerin yanlışları, ortak askeri güç oluşturamamaları ve her bir grubun kendine has planlarının olması eklenince bugünkü tablo ortaya çıktı.

Rusya ve İran, Suriye halkının katilidir.

Devrimin başından bu yana rejimle birlikte her ikisi de birçok katliama imza attı.

Döktükleri kanın haddi hesabı yok.

Amerika da öyle.

Devrimin içeriden çökertilmesinde, muhaliflerin kendilerini koruyacak gelişmiş silahlar edinememesinde ve PKK/PYD teröristlerinin önünün açılmasında en büyük pay Amerika’ya aittir.

Arap Baharı rüzgarlarıyla sarsılan diktatör Arap rejimlerinin hali ise malum.

Böyle bir tablo karşısında Türkiye’nin gücünün ve seçeneklerinin sınırsız olduğunu vehmetmek acı gerçeklerden uzak bir hayal olur.

Bizzat kendisi kuşatılma tehdidiyle karşı karşıya olan Türkiye, hem kendi güvenlik ve istikrarı için hem de Suriye halkının iyiliği için yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışıyor.

İdlib müdahalesini de böyle okumak gerek.

Bugün Cerablus’ta, El-Bab’da çocuklar bombardımanda hayatlarını kaybetmiyorlar.

Türk askerinin varlığı İdlib’de de -Allah’ın izniyle- katliamları sona erdirecek.