Covid-19 (Koronavirüs) bize çok önemli şeyler söylüyor, öğretiyor aslında. Doğu’dan Batı’ya bütün milletleri bir ay içinde tanınmaz hale getirdi. Eski salgınları düşündüğümüzde vaka sayıları o kadar fazla değil. Ölüm oranları da öyle. Hızla yayılmasına rağmen günümüz modern tıp teknolojisinin kolayca baş edebileceği bir sorun gibi göründü ilk başlarda. ABD kibrine yenik düştü. Şu anda virüs doğduğu Çin’den daha yoğun ve etkili biçimde bu ülkeyi vuruyor. Bir ay önce kanlı-bıçaklı olduğu Çin liderine teslim olmuş durumda Trump. İtalya, İspanya, İngiltere ve burunları düşse kibirleri yüzünden kaldırmayacak olan diğer “en gelişmişler” de aynı çukurda debeleniyor.

Böyle bir yazıyı bu trajik fotoğrafa bakıp keyif almak için yazmıyoruz.

Çünkü aynı bela bizim de başımızda…

Ama dememiz o ki…

Dünya şimdi yepyeni bir imtihanla karşı karşıya. Herkes adam gibi kendi gerçekliği içine yerleşecek. Kaderine rıza gösterip bütün dünya ile empati kuracak. Veya ister bir laboratuarda üretilmiş olsun, isterse doğal bir reaksiyonla oluşmuş bu ve benzeri virüslerle daha çok imtihan edilecek.

İnsanlık büyük bir şaşkınlık içinde…

Dünya Sağlık Örgütü, virüse karşı aşının ancak 12 ila 18 ay içinde üretilebileceğini açıkladı.

Salgının her gün üç haneli ölümlerle sınadığı kibirli ABD, Çin liderine elini uzattı.

Artık ölümleri gizlemeye başlayan ve “bizde bir şey kalmadı” diyerek kendini temize çıkarmaya çalışan Çin, Doğu Türkistan zulmüne kaldığı yerden devam etmenin derdinde…

Bütün bunlar bir tarafa elbette…

İşin en acı tarafı ülkemizde yaşananlar: Musibet karşısında Allah’a el açıp dua edilmesini eleştiren beyazlar…

Gece gündüz hastalıkla mücadele edenlere teşekkür yerine hakarete varan eleştirilerinin dozunu giderek arttıran muhalefet…

Kendi işi sadece yerel tedbirler olması gerekirken ülkenin Cumhurbaşkanı gibi davranan…

Merkezi hükümetin yaptıklarından haberi yokmuş gibi hareket edip kendi yönetimindeki illerde kriz yönetimi için rol kesen mahalli idare başkanları…

Evde kalma çağrılarına uyduğunu ispat etmek için pozdan poza girip her gün durum paylaşan sonradan görme zengin şeyleri…

Toplumdaki sivil dayanışmayı getirip bir siyasi parti propagandası olarak algılayan ve bunun üzerinden eleştiri refleksi geliştirmeye çabalayan gazeteci bozuntuları…

Ekran ekran gezip kendi alanlarında dahi hiçbir uzmanlıkları olmadığı halde Koronavirüs uzmanı kesilen birtakım zevat…

İşte en tehlikelisi bunlar…

Trump bile ezeli ve ebedi ikinci düşmanı Çin lideri ile el sıkışırken…

Hatta el sıkışabiliyorken…

Bizim sayasetçilerimizin böyle bir hadise karşısında dahi aynı dili konuşamıyor olmaları utanç verici. Hatta rezillik…

Nasreddin Hoca’nın evine giren hırsızı yakalamışlar. Hoca seslenmiş:

-Oğlum hırsızı getir!

-Gelmiyor baba…

-O zaman bırak gitsin!

-Gitmiyor baba…

Anadolu irfanında bir söz vardır: “Ne İsa’ya, ne Musa’ya…” diye.

Durumumuz bu.

Hükümet çok başarılı işler mi yapıyor?

“Yapacaklar tabi işleri o!”

Bir şey yolunda mı gitmiyor?

“Beceremiyorsunuz defolup gidin!”

Siz bir el atsanız…

Bir işin ucundan tutsanız…

Kendi yerel yönetimleriniz var, oralarda öncülük yapsanız…

Yok! Olur mu?

Virüsle en doğru mücadeleyi bu ülke yapar ama zerre kıymeti yoktur.

Dünya ekonomik darboğazda inim inim inlerken kriz ülkeyi teğet geçer. Beyefendileri kesmez.

Dünyanın en büyük ve prestijli projelerine imza atarsınız. “Yok canım, hırsız bunlar! Yandaşlara peşkeş çekmişler” olursunuz…

En önemlisi…

En asıl dert budur biliyor musunuz?

Hoca öğrenciyi matematik sözlüsüne kaldırır. Çarpım tablosundan imtihan etmek ister.

-Oğlum, iki kere iki kaç eder, diye sorar.

Çocuk çalışmamıştır. Hiçbir fikri yoktur. Uzun uzun düşünür ama işin içinden çıkamaz. Alçak bir ses tonuyla hocasına döner:

-Hocam, size ne kadar lazım, der.

Sürekli kötülük virüsü üreten hanımlar ve beylerin durumu budur ülkemizde. Ne yaparlar, ne alkışlarlar, ne gelirler, ne giderler…

Hatta kendilerini hiç bilmezler, ne istediklerine dair en ufak fikirleri dahi yoktur.

Sözün özü: Her şeye rağmen… Şükür, her şey yerli yerinde…