Din; Allah tarafından vaaz edilmiş, yani söylenmiş, kişilerin istek ve iradeleriyle gerek bu dünyada gerekse ahirette hayra sevk eden ve saadete ulaştıran ilahi bir nizam ve ilahi bir kanundur. Bu cümleleri Erzurum Şair Nefi Ortaokulu’ndaki din hocamız Adil Atasever bizlere öğretmişti. Adeta zihinlerimize kazımıştı desek daha isabetli olur. O günlerde bir ödev olarak ezberlediğimiz cümlenin anlamını yıllar geçtikçe yaşayarak çok iyi öğrendik.

Kurban Bayramı’nı geride bırakırken işte bu cümle geldi aklıma. Dinin hayatımızı nasıl şekillendirdiği ve insanın neden bir dine ihtiyaç duyduğu konusunu yaşadığımız tecrübeler ışığında yeniden değerlendirme fırsatı buldum.

Öncelikle şu noktanın altını çizeyim: İnsanoğlu genellikle içinde bulunduğu hayatın kendisiyle başladığını düşünür ve ölümü kendisine de sevdiklerine de yakıştıramaz. Ölümlülüğü çevresindekilere konduramaz. Onun için; ölenler hep başkalarıdır, üçüncü tekil şahıslar. Oysa ne kadar da aldatıcı bir duygu değil mi? İnsanlık tarihinin 2,5 milyon yıl olduğunu söyler bilim adamları. Yazılı tarih ise ortalama 5 bin 500 yıldır. Sadece yazılı tarihi bile ele alsak bugüne kadar en az 80 nesil dünyaya geldi ve gitti diyebiliriz. Onlardan geriye sadece küresel düzeyde etkili olan liderlerin isimleri kaldı. Yani yarınlarımıza baktığımızda, torunlarımızın torunları dahi bizi bilmeyecek.

İşte böyle bir hayatı yaşarken, insanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi davranışlarda bulunur. Üç kuruşluk menfaati için başkalarına kötülük yapmaktan çekinmez. Bir parça toprak için kardeş kardeşi öldürür. Kendi çocuğunun rahatı için başkalarının çocuklarının eziyet çekmesine aldırmaz, kendi geleceği için başkalarının geleceğini karartacak işler yapar. Aldatır, haksızlık yapar, hırsızlık yapar, adaletsizlik ve insafsızlıkta sınır tanımaz.

Bazen yaşadığınız haksızlıklar karşısında çaresiz kalırsınız da isyan edersiniz ya. İşte o zaman Allah’ın hesabını hatırlarsınız. Hesap gününü, cennet ve cehennemi.

İşte tam da burada dini, hayatımızın merkezine almanın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Adil Atasever hocamızın dile getirdiği tanımla “İnsanı gerek bu dünyada gerekse ahirette hayra sevk eden ve saadete ulaştıran”

Bugün dünyada 8 milyarın üzerinde insan yaşıyor. 8 milyar insan, 8 milyar duygu, 8 milyar tamah, 8 milyar menfaat, 8 milyar gelecek kaygısı, 8 milyar sevgi, 8 milyar hüzün. Bütün insanlığın ortak noktaları işte bu vasıflar. Dünyanın en zengini de en fakiri de her gün bu duyguları yaşıyor. Bütün ideolojiler ve fikri akımlar işte bu farklılıkları nasıl bir arada dengeli bir sistem üzerinde tutabileceğine dair teoriler ortaya koymuşlardır. Nitekim adına kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, faşizm, nasyonalizm denen ideolojiler işte bu nedenle ortaya çıkmış ve taraftar da bulmuşlardır.

Din ise Allah’ın bizzat kendisinin yarattığı ve onu en iyi bilen olarak gönderdiği sistemdir. Bu sistemin temelinde insanlığın ebedi mutluluğu ve toplumsal düzen yatıyor. Bencillik yerine paylaşım öneriliyor örneğin, kibir yerine tevazu, acımasızlık yerine merhamet, ihtiras yerine tevekkül, savaş yerine barış, karamsarlık yerine umut, tembellik yerine çalışkanlık, haksızlık yerine adalet, nefret yerine sevgi. İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi, ana babaya ve büyüklere hürmet, küçüklere kol kanat germek, mazluma ve yolda kalmışa sahip çıkmak.

İşte dinin özü bu: Bir bütün olarak dünyayı cennete dönüştürmek.

“Gerek bu dünyada gerekse ahirette hayra sevk eden ve saadete ulaştıran…”