Çırpınıyoruz. İnsanlık adına çırpınıyoruz. İçimizden zalimleşenlerin hoyratça sergiledikleri insafsızlıklara, merhametsizliklere karşı çırpınıyoruz. Yapmayın etmeyin, mazlumun ahını almayın dedikçe seslerini daha da yükseltmelerine karşı çırpınıyoruz. Biz insanlık diyoruz, adamlık diyoruz, çocuklar, kadınlar diyoruz, onlar milyonlarca masuma cehennem kapısını gösteriyor. Biz tanrı misafiri diyoruz onlar istilacı diyor.

İşte Türkiye’de yaşananların özeti bu. İyilikle kötülüğün kavgası, güzel ile çirkinliğin, hikmet ile nefretin, merhamet ile acımasızlığın kavgası. Bu kavgada kötülüğün yanında duranların sesi o kadar fazla çıkıyor ki ellerini attıkları bütün iyilikleri kem dilleriyle kurutabilecek kadar kötülük dolu içleri. Kalpleri o kadar katılaşmış ki, ne söyleseniz bu katı duvarı aşamıyorsunuz. Hatta bırakın aşmayı, bu katı duvarları başka gönüllere de yayan bir mikro organizma gibiler. İyiliğin yanında duranlar ise sessizlikleriyle bu kötülük duvarının yayılmasına en büyük desteği sağlıyorlar. Onlara düşen bu hayâsız; ruhlara tasallut olmuş kötülük virüsünü ortadan kaldırmak için seslerini yükseltmeleriydi. Tıpkı atalarının tarih boyunca yaptığı için. Mazluma kol kanat geren ataları gibi onlar da bugünün mazlumlarına kol kanat germeliydi.   

O mazlumlar ki evlerini, barklarını, akrabalarını, komşularını ve hepsinden öte hayatlarının bütün dönemeçlerini kuşatan hatıralarını geride bırakarak dilini dahi bilmedikleri bir ülkeye geldiler. Kaçtıkları; son yüzyılın en zalim ve en canisiydi. Sadece o mu? Bilakis bütün zulümlerinde yanında olan kimi ülkeler de onun bütün zalimliklerini halkın üzerinde uygulayan acımasız şebbihaları da. Öyle zalim ve acımasızlar ki on binlerce insanı gözlerini kırpmadan yok ettiler. Çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden, Müslüman Hristiyan demeden insanlara en ağır işkenceleri yaptılar. Kayıtsız on binlerce esir yer altı gözetim merkezlerinde ağır işkenceler sonucu hayatını kaybetti. Bugün öldüklerini daha bilmiyor yakınları.

Ölümden kaçabilenler kendilerine kardeşlerinin topraklarında güvenli bir liman buldular. Gözleri ve gönülleri eski topraklarında kaldı. Bir an önce savaşın bitmesini ve geri dönmeyi beklerken bulundukları limanın aslında çok da güvenli olmadığını fark etiler. Kendilerinin bir kötülüğün hedefinde olduğunu görmeleri çok olmadı. Bu kötülüğün gücü yoktu ama kendilerini hedef haline getirecek etkileri vardı. Hedefleri onları bu güvenli limandan yeniden Şam’daki zalimin kucağına atmaktı. Ölüme, işkenceye ve yok olmaya.

O zaman iyiliğin sesini yükseltmemiz lazım. Zalimlere destek olan da zulmüne ortaktır. Zulümlere karşı sessiz kalmak da zalimin yardımcısı olmaktır. Tarihçinin de dediği gibi “Bu Osmaniler mazlumları sevicidirler” sözünden yola çıkarak mazlumlara kol kanat germeliyiz. Kim ne derse desin. Tarih bugünleri işte böyle kaydedecek.