Son günlerde bahis ve uyuşturucu olaylarıyla patlak veren sosyal bünyeye ait çıbanın acısını, “uyanık” halde olanlar olarak çok derinden hissetmeye başladık.
Öyle anlaşılıyor ki ya ulaştıkları hazzın artık yetemeyişiyle ya da bir itirafçının; “Yaşadıklarımı başka türlü kaldırma ihtimalim yoktu.” ifadesiyle açığa vurduğu “mecbur” ediliş sebebiyle kendilerinden geçmek istemişler.
Artık içine sığmaya çalıştıkları bedenleri ne kadar rahatsız edici hale gelmiş ki, ruhlarını geçici olarak o bedenin dışına çıkararak ondan kurtulmaya ve bir an için de olsa -güya- her şeyi unutmaya çalışmışlar.
Ne kadar yetmeyen haz ihtiyaçları, taşınmaz yükleri ya da günahları var ki onu ancak bedenlerinin sınırlarından kurtularak telafi etmeyi seçmişler.
Geçici bir uyuşma halinin hiçbir şeyi telafi etmediğini, ayılabilenleri mutlaka fark etmiş olmalı.
Fakat artık uyuşmayı tolere edemeyen sınırlı bedenlerin bir gün geçici uyuşmadan kalıcı katılaşmaya, “rigor mortis”e yani ölüm katılığına geçtiğini de çok fazlaca örnek ortaya koydu.
Hiç yakıştıramadığınız, konduramadığınız insanların da -sebebi ne olursa olsun- zorluklarla mücadele de aciz bir yolu seçmesi ya da haz karşısında düştüğü bu derin zafiyetin gerisinde bıraktığı hayal kırıklığının da tarifi olmasa gerek.
“Güven” duygusuna verdiği hasarı ise hiçbir ekonomist hesap edemez.
Öyle ya da böyle topluma bir yönüyle mâl olmuş insanların, bireysel günaha sığınmasının makuliyeti de ne derecedir?
Tanımanın ya da rol model oluşun bilincinde olarak özel hayatına dikkat edenlerin ya da bunu tavsiye edenlerin yanlış yolda olduğunu söyleye bilir miyiz; ki kendileri de normal koşullarda bunun mutlaka savunucusu olmadılar mı?
İtibar inşa etmek ya da onu korumak, onur ya da haysiyet ifadelerinin içi nasıl doldurulmalıdır aksi halde.
Bütün kabullerimizi, geleneklerimizi ve her türden normu şahıslar için feda etmek mi gerekir?
Masumiyet karinesi elbette önemli.
Lakin adli tıp raporlarının verdiği ilk sinyaller, hiç de iç açıcı değil.
Bireysel günahlar elbette sahibini bağlar; ama bir utanma, arlanma hali de buna eşlik eder.
Milleti “ahmak” yerine koyduğu daha sonra çok açık bir biçimde ortaya çıkan ve kendi dişiliğini, sunduğu her şeyin önüne koyan o malum profil, savcı ifadesine giderken de yine dişiliğini ifadesinin önüne geçirmeye çalışarak, ar konusunda toplumsal değerleri ne derece aştığını göstermişken, kafamızı kuma gömme oyunu oynamak da ayrı bir sorun olmaz mı?
Toplum, çocuklarımız, dolayısıyla da geleceğimiz ciddi ahlaki tehditle karşı karşıya iken, hangi günahın ya da suçun gizlenmesi dinimizin tavsiye ettiğine tekabül ediyor.
Suçlananların hayatı artık gizlenemeyecek kadar görünür durumdayken, ekranlardan ve bilumum medya organlarından -elbette riyakâr olunduğu daha net anlaşılacak- mesaj vermeye devam ederken, “görmedim, duymadım, bilmiyorum” oyunu oynamayı hangi ahlaki çerçeveye sığdıracağız peki?
Bugün makulün üzerinde bir feryat ile debelenenlerin ruh halini de anlıyorum; bir ele verme şekli olarak.
Bir günahkarın ardından en fazla göz yaşı dökenler ya da “Çok değerli, müstesna bir şahsiyetti.” övgüsü yapanlar ya günaha meyli olanlar ya da diğer günahkarlardır.
Zira onların gerçek derdi de ağladıkları günahkâr değil, kurtarmak istedikleri kendi halleridir.
Bugün ki suçlananın ya da günahkarın itibarı kurtulursa kendisi için de -en azından bu dünyada- bir itibar olacaktır…
Her şeye rağmen yaşananları “siyasi bir operasyon” olarak görenlerin, haklı çıkarak kendini aklamasını temenni ederim.
Aksi halde sebep olacakları “ahlaki çürüme”yle verecekleri manevi kaybın telafisi imkansız olacaktır…