Kendi kendimize düşman olmak, kendi kavramlarımızı kötülemek ve aslında kendi topuğumuza sıkmak gibi lanet bir huyumuz var. (“Lanet” kelimesini kullanmaktan hiç hoşlanmasam da meseleyi karşılayacak başka bir kelime bulamadığımdan biraz da mecburen yazıyorum.)

Tuhaf bir şey ama kendi tarihimize düşman oluruz ya da daha hafif haliyle kendi tarihimizin cahili oluruz, kendi ecdadımızı tanımaz bilmez ve kabullenmez bir güruhla yaşamak zorunda kalırız, asırlar boyu üzerine bir medeniyet kurduğumuz mukaddesatı her fırsatta hakir gören ve hakaret edenlerle aynı havayı soluruz ve hepsinin neticesinde kaçınılmaz olarak kendi kavramlarımıza, kendi mazimize hülasa kendimize düşman bir tuhaf topluluk ve gelenek oluştururuz.

Elbette kendim de dahil olmak üzere bunun dışında olan ve hatta karşısında ısrarla duran samimi ve hakiki insanlar da var. Hem de çok fazla var. Hatta şükür ki var. Ama şöyle bir mesele de var ki bu kadar çirkefliği ve çirkinliği yapanlar kadar sistemli ve bilinçli davranmıyor ve öyle yapamıyoruz. Kabul edelim.

Ne demek istediğimi daha açık anlatayım. Zira bu kafa şimdinin kafası değil. Uzun sayılabilecek bir zamandır bile isteye ve az evvel söylediğim gibi sistemli bir şekilde bu tuzağı kuruyor ve bu oltayı gelenek denizimizin içine atıyorlar. Ama elbette köpek su içti diye deniz pis olmaz ama ya leşi düşerse…

İlkin bu işleri manevi değerleri olan, sağlam ve inanmış insanları dışlayarak yaptılar. Onları mahallenin varoşlarına itip oralarda yaşamaya mecbur ettiler. Öyle olmayanlar için de en azından bu imajı çizdiler. Bir sonradan görme, ganimete konma, mirasyedi mantığı bu. Malın asıl sahibini zincire vurup onun malıyla mülküyle adam oldum sanma hali…

Yeşilçam dediğimiz ve her birimizin yıllarca masumane bir halde izlediği filmlerle yaptılar bunları ilkin. Mesela o filmlerin hiçbirinde başında örtü olan yani bu toprakların gerçeği ve bence asıl sahibi olan Anadolu’nun analarını evin sahibi, bilgili, kültürlü biri olarak göstermediler bize. Ya temizlikçi ya hizmetçi -ki hiçbirini küçümsemiyorum- ya da onun gibi gösterdiler. Sonra ne bileyim “Allah” diyen biri bile olmadı o filmlerde. Günleri, yılları geçirdiler ama bir kez ezan sesi işitilmedi.

Şaban, Ramazan, Gaffur gibi isimler hep aşağılanan, hakaret edilen kişilerin isimleri oldu. Doğal olarak da insanlar çocuklarına bile bu isimleri koymaktan imtina ettiler. Gözümüze sokmadan, sevimli ve normal gibi göstererek yaptılar bunları. Maalesef ki bizler de o tuzağa düştük.

Şimdilerde de kavramlarımız üzerinden yapıyorlar bunları. Bu sıralar dertleri Cuma ile… “Kara Cuma” diyorlar hem mukaddesata hakaret ediyor hem de bizim paralarımızı yiyorlar. Biz de aynı yerde kendi kendimize kızsak da tuzağın ortasında sadece kapanın ayağımızı koparmasını bekler gibi duruyoruz.

Ne diyeyim? Bize düşman ne gerek? Düşman zaten içimizde…