Kuzey yarım kürenin genelinde aile ve sosyal yapıda yaşanan bu “büyük kırılma”, Türk halkıbakımından henüz bütün sonuçlarıyla tam olarak ortaya çıkmadı. Tabii afetlerin, ekonomik krizlerin, sosyal çalkantıların maliyetlerini,aileler ve dayanışmacı sosyal yapımız dolayısıyla daha kolay atlatabiliyoruz. Ancak tedbir alınmazsa bu dayanışmacı mirasın son yıllarını yaşıyor olabiliriz. Sosyal yapı olarak toplumcu bir gelenektenbireyciliğe ve oradan bencilliğe evrilirken bizde oluşacak sosyal çözülmenin maliyetleri, daha sistemli olan diğer ülkelere göredaha vahim sonuçlara gebe.

Estetik değerlerden daha alt seviyede görülmekle birlikte, her toplumun kendi kültürüne göre değişen insan ilişkileri ve özellikle aile değerleri,bütün insanlık açısından gelinen noktada acil ve önemli bir yer tutuyor. Kuşkusuz, aile değerleri her kültürün kendi örf ve ananelerine göre nesilden nesileaktarılagelen değerleriyle milli kültürün önemli bir kısmını oluşturuyor.

Şimdi de bir zamanlar farklılık ve gurur kaynağı olarak gösterilen sağlam aile yapısından geriye ne kaldığını, neleri yitirdiğimizi hatırlayalım.

Bugünün dünyasında, gerek aile gerekse insani ilişkilerin dayandığı ana temel, insani olandan maddi olana, daha açık ifadeyle menfaat ilişkilerine kaymaya başladı. Birey olma ile bencilleşme süreçleri bütünüyle birbirine karıştırılmış halde. Pragma’nın (menfaat) korunması insan tabiatının gereği olarak önemli olsa da, bunun her zaman ve şartta en ön planda tutulan ve hayatın temel değerine dönüşmesi kabul edilemez. Aksi halde, dayanışma, birlikte yaşama kültürü, idealler, ahlak, etik ve sosyal düzen gibi temel dayanaklar devam edemez.

Aileye dönersek saray, konak, otağ, çadır, ağaç kovuğu veya mağarada yaşamalarına bakılmaksızın binlerce kuşaktır devam edegelen anne-baba, çocuklar ile büyükanne ve büyükbabanın (dede-nine) aynı çatı altında yaşaması, kesintisiz bir kültürel hafızayı ve birikimi nesilden nesile taşıyordu.

Bu hafızada, tabiattaki hangi bitkinin yenebileceği, hangi otun hangi hastalığın tedavisine destek olacağı, iyi bir ailenin kurulup devamı için neler yapılması gerektiği, bir bebeğin gazının çıkarılması gibi basit gibi görünen bir bilgiden, hayatta kalabilmenin basit ipuçlarından mutfak kültürüne kadarelden ele, kulaktan kulağa, gönülden gönüle aktarılabiliyordu. Bilgi, kültür ve tecrübe, aynı evin içinde yaşayan büyükanne ve büyükbabadan (dede-nine) komprime “mücerreb bilgi” (denenip sonuç alınmış bilgi) olarak asırlar boyunca aktarılıyordu. Masalla, hikâyeyle, atasözüyle, şefkatle, merhametle yoğrulan çocukluklar ile yeni düzende, mecburen bakıcılara terkedilen çocukların psikolojilerinin aynı olması ihtimalleri birbiriyle karşılaştırılamayacak nitelikte.

Büyük aile içinde bir insanın çocukluk dönemlerinden itibaren yetişmesi sırasında, ana-baba, kardeşler ve onların eşleri, hala, dayı, teyze, amca ve onların çocukları ve eşleriyle, yanien az 50 insan ile teması sağlanmış oluyordu. Bunun kişinin yetişirken dışarıya göre daha güvenli ve kontrollü bir ortamda sosyalleşmesinekatkısı tartışılmaz ölçüdedir.

1980’li yıllardan itibaren, ülkenin tek TV kanalı olan TRT imkânlarıyla zihnimize kazınan ve ‘ezbere aydınların’ mutlak bir doğru gibi sunduğu iki çocuklu “çekirdek aile” modeliyle bugün bu temas alanı 5-6 kişiye kadar daralmış oldu. Hele ki, hastalık gibi gerekçeler dışında, bir çocuğu kardeşsiz olarak “ailenin tek çocuğu” olarak bırakmak, hayatın bütün yükünü onun sırtına bırakmak gibi bir acımasızlık içermiyor mu? “Tek çocuk” evinde sosyalleşmede ve paylaşmada geciken, hiçbir zaman yeğenleri olmayacak olan, hiçbir zaman dayı, teyze, hala veya amca olamayacak çocuk demektir. Çoğu kez anne babasının ölümü gibi hayatın ağır yüklerini tek başına göğüslemek zorunda kalacaktır.

Hâlbukigeniş aileler, mutluluğun sonuna kadar, acıların ise düşük dozlarıyla kontrollü şekilde öğrenildiği ilk adreslerdi. Tabii ki bahsettiğimiz aileler, bütün ülkede var olan ve alışılagelmiş, sağlıklı ve geleneği olan ailelerdi.

Hollanda’da post doktora çalışmalarım sırasında, Avrupa aile yapısını ve insan ilişkilerini ve kültürünü de uzun uzadıya gözlemleme fırsatım olmuştu. Bu ülkelerden birisini tanıdığınızda, Orta Avrupa’dakidiğer ülkelerde de olan birbirine çok yakın sosyo-kültürel ortam üzerinden değerlendirmeler yapabiliyorsunuz. Sistem kurma yönündeki bu büyük başarıya rağmen, bizim için sıradan olan insani değerler ve ilişkiler, eksik kalan, farklı gelen ya da yadırganacak taraflar ilk anda göze batıyordu.

Kapı komşumuzun, yaşlı babasına evinde yemek vermemesini ve bunu “bütçelerinin ayrı olmasıyla” açıklamasını; bir mesai arkadaşımın bir aydır evimde kalan eşimin ailesinden kira ve yiyecek parası olarak kaç Avro aldığımı sormasını; çocuklarımızla ebeveyn ilişkimizin kaç yaşına kadar devam etmek zorunda olduğunu anlamaya çalışanbambaşka kültürden bahsediyorum.Diğer yandan, dağılmış olan aile yapısı, yaşlanan nüfus, ülke çapındaki yüzlerce yaşlı bakım evi, aile ilişkilerinin geldiği vahim noktayı gösteriyordu.

(Devam edeceğiz…)