Mazlumun sığınağı, zalimin korkusu…

*

Cumhuriyet, bu milletin en büyük inkılâbıdır.

Bir yandan yüzyıllarca süren imparatorluk yorgunluğunun ardından yeniden var oluş,

diğer yandan çağın dayatmalarına karşı “Biz de varız” diyen bir onur mücadelesidir.

Ama bu onur mücadelesini içeride vesayetle, dışarıda emperyalizmle boğmak isteyenler hiç eksik olmadı.

Bir asırdır bu topraklarda Cumhuriyet’in adıyla halkı ezenler içeriden,

Cumhuriyet’in ışığından rahatsız olanlar ise dışarıdan saldırdı.

Ama her defasında bu millet hem içerideki kibri hem dışarıdaki baskıyı aşmayı bildi.

*

1923’TEN SONRA: UMUT, YALNIZLIK VE DİRENİŞ

Cumhuriyet’in ilanı sadece rejim değişikliği değildi;

Batı’nın “Hasta Adam” ilan ettiği bir halkın yeniden ayağa kalkışıydı.

Anadolu’nun yorgun halkı, Lozan’da eşit devlet olarak masaya oturduğunda,

dünya bu cesareti affetmedi.

Lozan’ın hemen ardından Türkiye’ye yönelik ekonomik ambargolar başladı.

Kapitülasyonların kaldırılmasına içerleyen Batılı sermaye çevreleri,

yeni Cumhuriyet’e kredi vermedi, yatırımı kesti.

Ama Türkiye kendi kaynaklarıyla, kendi insanıyla,

Sümerbank’ı, Etibank’ı, Şeker Fabrikaları’nı kurdu.

1929 Buhranı’nda Batı ekonomileri çökerken

Ankara’da Mustafa Kemal “devletçilik” politikasıyla

hem üretimi hem istihdamı ayağa kaldırdı.

Yani Cumhuriyet, Batı’ya rağmen ayakta kaldı.

*

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE YENİ DÜNYA DÜZENİNDE TÜRKİYE

Savaşın ardından Türkiye, Batı’dan gelen “yeni dünya” çağrısına mecbur bırakıldı.

ABD’nin Truman Doktrini ve Marshall Yardımı, sadece ekonomi değil,

bir bağımlılık zinciri getirdi.

Sanayileşme sekteye uğradı, köylü toprağını bıraktı, şehirler betonla doldu.

Cumhuriyet’in üretici ruhu, Batı’nın tüketici düzenine hapsedilmeye çalışıldı.

Ama bu milletin mayası dışa bağımlılıkla uyuşmazdı.

1950’lerde Adnan Menderes kalkınmayı yerli tarımla başlattığında,

Batı onu da cezalandırdı.

1960 darbesinin arkasında yalnız generaller değil,

Batı’nın kontrol ettiği ekonomik ve diplomatik ağlar vardı.

Bu ülkede her 10 yılda bir yaşanan darbeler,

aslında “Batı dostu” vesayet düzeninin devamıydı.

*

VESAYETİN KODLARI: İÇERİDE KORKU, DIŞARIDA KONTROL

Soğuk Savaş yılları boyunca Türkiye’nin adı müttefik

ama muamelesi hep şüpheli ortak oldu.

NATO’ya girdik ama güvenmediler.

Savunma sanayimizi geliştirmemizi istemediler.

Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yaptık diye 1974’te ambargo koydular.

Silahı parayla satın almak istedik, “izin yok” dediler.

Cumhuriyet’in kuruluşundaki bağımsızlık ruhunu unutturmak için,

ekonomik yardımları “sadaka” gibi dağıttılar,

kültürel nüfuzla genç kuşakların zihnini “Batı kompleksi”ne mahkûm ettiler.

Ama ne yaptılarsa olmadı.

Bu millet, kendi göbeğini kesmeyi bildi.

1980 darbesinin arkasındaki küresel koordinasyon,

1990’larda Türkiye’nin IMF reçeteleriyle diz çöktürülmesi

ve 2000’lerde “insan hakları” bahanesiyle yürütülen psikolojik operasyonlar;

hepsi aynı hedefe dönüktü: Cumhuriyet’in millî ruhunu silmek.

*

DİNLE KAVGA EDENLERİN VE DİNİ SİLAH EDİNENLERİN OYUNU

Batı, Cumhuriyet’in laiklik anlayışını kendi çıkarına göre okudu.

Dinle kavga edenlere “modern”,

dini siyasete alet edenlere “ılımlı İslam” etiketi taktı.

Ama her iki uç da aynı tuzaktı:

Cumhuriyet’in vicdanını törpülemek,

milletin inancını bir kimlik savaşına dönüştürmek.

Oysa Cumhuriyet, dinin özgürce yaşandığı bir düzenin adıdır.

Ne başörtüsünü yasaklayanlara ne dini istismar edenlere teslim olmadı.

Bugün camiler özgür, cemevleri tanınmışsa

bu, Cumhuriyet’in asıl felsefesine dönüş sayesindedir.

*

KÜRT’ÜN DE ALEVİ’NİN DE CUMHURİYETİ

Batı, Türkiye’de etnik ve mezhepsel fay hatlarını hep diri tuttu.

Kürt meselesini insan hakları kisvesiyle,

Alevi meselesini inanç özgürlüğü bahanesiyle sürekli kaşıdı.

Ama niyet çözüm değil, parçalamaktı.

Cumhuriyet, bu tuzaklara karşı en güçlü panzehirdir.

Çünkü Cumhuriyet’in eşit vatandaşlık ilkesi,

her kimliği aynı hukukun altında birleştirir.

Kürt de, Alevi de, dindar da bilir ki;

bu topraklarda onları koruyacak olan ne Batı’dır ne de yabancı fonlar

Cumhuriyet’in adaletidir.

*

ADALET CUMHURİYET’İN KALBİDİR

Cumhuriyet, sadece meclis değil, merhametli bir devlet aklı demektir.

Bir hâkim karar verirken adalet terazisi şaşmıyorsa,

bir gazeteci korkmadan yazabiliyorsa,

bir genç fikrini ifade ederken “fişlenmeyeceğim” diyebiliyorsa,

işte o zaman Cumhuriyet nefes alıyor demektir.

Cumhuriyet, tankla değil, kalemle korunur.

Korkuyla değil, bilgiyle yaşar.

Bir ülkede adalet çökmeden Cumhuriyet yıkılmaz;

ama adalet ölürse Cumhuriyet’in binası kalsa bile ruhu göçer.

*

CUMHURİYET VE BATI’NIN DEĞİŞEN MASKESİ

Bugün hâlâ Batı’nın bazı merkezleri,

Türkiye’nin bağımsız çizgisini hazmedemiyor.

Savunma sanayisi güçlenince “otoriterleşme”,

dış politikada bağımsızlık gösterince “agresyon” diyorlar.

Ama biz biliyoruz ki;

Cumhuriyet’in özü Batı’ya benzemek değil, Batı’yı dengelemektir.

Cumhuriyet, kendi rotasında yürüyen bir Türkiye’nin hikâyesidir.

Yerli sanayi, millî yazılım, savunma üretimi, enerji bağımsızlığı…

Bunların hepsi, 100 yıl önceki o ilk idealin; “tam bağımsızlık”ın

bugünkü karşılığıdır.

*

İKİNCİ YÜZYIL: CUMHURİYET’İN VİCDANIYLA DİRİLİŞ

Cumhuriyet artık ikinci yüzyılına giriyor.

Bu yüzyılın cumhuriyeti, geçmişin hatalarından ders almış,

hem inancıyla barışık hem dış dünyada onurlu bir Türkiye’nin cumhuriyeti olmalı.

Bu yüzyıl ne Batı’ya öykünen ne de geçmişe takılı kalan bir Türkiye’nin yüzyılıdır.

Bu yüzyıl, kendi medeniyet kodlarıyla barışmış,

adaletle güçlenmiş, vicdanla yönetilen bir Türkiye’nin yüzyılıdır.

*

CUMHURİYET BİR AHLAKTIR

Cumhuriyet, yasalar kadar duygudur da.

Bir öğretmenin sabrında, bir askerin vatan sevgisinde,

bir annenin duasında, bir çocuğun gülüşünde yaşar.

O yüzden Cumhuriyet’i yaşatmak, sadece bayrak asmak değil,

adaleti diri tutmaktır.

Cumhuriyet’i kirleten korkulardır.

Ama onu yaşatacak olan; özgüven, merhamet ve vicdandır.

*

CUMHURİYET BİZİZ

Yarın 29 Ekim…

Bu millet 29 Ekim 1923’te “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedi.

Ve o söz hâlâ Anadolu’nun her köyünde, her yüreğinde yankılanıyor.

Cumhuriyet, dinle kavga edenlerin değil,

vicdanla barışanların eseridir.

Gerçek Cumhuriyet, ezanı susturmaz, dili yasaklamaz, inançla kavga etmez.

Çünkü o, mazlumun sığınağı, zalimin korkusudur.

İçeride vesayete, dışarıda emperyalizme rağmen yaşadık.

Yine yaşayacağız.

Çünkü bu Cumhuriyet, ne bir sınıfın, ne bir partinin, ne bir ideolojinin;

bu milletin alnının teriyle, gözyaşıyla, duasıyla kurduğu bir emanettir.

Cumhuriyet’in vicdanı hâlâ atıyor.

Ve o kalp, hâlâ milletin kalbiyle aynı ritimde çarpıyor.