Suriye’de mevcut silahlı grupların en önemli sorunu siyasi tecrübeden yoksun olmalarıdır. Bu konuda yakın çevresinden istifade etme girişimleri de bulunmamaktadır. Mesela, onlarca yıldır Suriye topraklarında bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün siyasi tecrübesinden yararlanmayı düşünmüyorlar. Suriyeliler en başından beri kendilerine özgü bir yol tutmuş olup tek yaptıkları çeşitli İslami sloganlar ve sembolleri bayraklaştıran farklı gruplar üretmek olmuştur. Ve maalesef bunlar bu gidişatın mahiyetinden ve ne kadar tehlikeli olduğundan da bîhaberler!

Sözü uzatmadan olabildiğince özet şekilde arz etmek istediğim -Humus’ta uzun süre kuşatma altında kalmış olan Vair mahallesinde belirgin şekilde ortaya çıkan- önemli bir paradoks var: Bir tek mahallede 45 farklı silahlı grup türedi! Beş yıl süren kuşatma boyunca hiçbir konuda birlik sağlayamayan bu gruplar bir tek konuda ittifak kurabilmiştir: Mahallede kadınların giymesine izin verilen kıyafetin tarzı ve rengi!!

Bu durum elbette size son derece garip gelecektir. Ancak, bölgedeki İslami hareketlerin büyük çoğunluğunun sınırlı düzeyde bilinç sahibi olduğunu bilenler bu durumu çok yadırgamayacaktır. Bu gibi garabetler genellikle yönetim sanatını bilmemelerinden ve yanlış kurallar koymalarından kaynaklanmaktadır. Mesela, fıkıh kaidelerini ya da helal-haram kuralını siyasete tatbik etmeleri vb. hatalar…

Oysa uluslararası alanda siyaset “mümkün” olanı yapma kuralına dayanır. Savaş dönemlerinde ise “varlığını koruma” kaidesi işlemeye başlar. Yeni İslamcıların bir türlü kavrayamadığı husus işte budur. Zira onlar, semavi bir din olan İslam’a bir tür asabiyet mantığıyla muamele etmektedirler. İslami hareketlerin yaşadığı krizin özü budur. Her biri kendi grubunu ve anlayışını İslam’ın bizzat kendisi kabul ederek diğerlerinin yok olmayı hak ettiğini zannetmektedir!

Bir tek mahallede 45 grup ve her birinin kendine özgü hocası/kadısı var! Suriye’de toplam kaç farklı grup var? Bu olgunun Suriye dışına taşıp başka bölgelere intikal riski ne düzeydedir? İşte en önemli soru budur. Cevaba gelince; maalesef bu tehlike gerçekleşmiş durumda.

Dört mezhebe ve tasavvufa karşı isyan bayrağı açmış olan selefi akımların ortak bir özelliği bulunmaktadır: Bu gruplardan her birinin lideri cemaatini bir kurşun asker gibi dilediği gibi hareket ettirmeye muktedir durumdadır. Demek oluyor ki; kriz “DAEŞ”in ortaya çıkmasından çok daha büyük boyuttadır! Bu krizden kurtulmak DAEŞ’ten kurtulmaktan çok daha zordur. Yaşadığımız tüm bu olgulara kapı aralayan yüz yıllık mücadelemizin sonunda bizler maalesef çözüme nasıl ulaşacağımızı da bilmiyoruz!

Otuz yıldır iç çatışmaların durmak bilmediği Afganistan tecrübesi gözümüzün önünde durmaktadır. Ardında dört yüz bin kurban bırakan ve etkilerini hâlâ sürdüren, hâlen bütünüyle bitmemiş olan Cezayir iç çatışmaları tecrübesi ortadadır. Somali tecrübesi gözlerimizin önündedir. Daha düne kadar çatışmaların devam ettiği Mali tecrübesi…

İşte tüm bu ülkelerdeki cihatçı gruplar aynen Halep’in Vair mahallesindeki gruplar gibi düşünmektedirler. Bütün bu hareketler krizin çözümünün kadını bir sandığa kapatmak olduğunu zannetmektedirler! Helal-haram kuralının siyaset alanına uygulanmayacağını bu gruplardan hiçbiri kavramış değildir. Zira bizim ülkelerimizde siyaset “zaruret” mantığı çerçevesinde yürütülmektedir. Nasıl ki su olmayınca teyemmüm caiz oluyorsa ya da yeri geldiğinde helal kesim olmasa da (açlıktan ölmemek için) bir hayvanın etini yemek caiz oluyorsa aynen bu zaruret kuralı üzerine yürümektedir ülkelerimizin siyaseti… (Devam edecek…)

Çeviri: Fethi Güngör