İsmet Özel bir yazısında Türk şiirinin altın çağı olarak 1955-1965 yıllarından bahseder. Üstada göre bu dönemin “altın” sayılması; şiirin ve edebiyatın toplum tarafından takdirle karşılanıp, sanatçıların el üstünde tutulması yüzünden değildir. Bu dönemi altın yapan; sanatın, edebiyat ve şiirin kendine mahsus değerler sebebiyle üstün tutulmasıydı. Sanat, sanata mahsus ölçülerle; edebiyat, edebiyatın içinde yer alan değer yargılarıyla; şiir de ancak şiiri var kılacak duyarlılıkla ölçülebiliyordu. İyi ve değerli bir sanatçı için büyük bir şöhret söz konusu değildi. Bu yıllarda sayıca az olan şair ve edebiyatçılar birbirlerinin okuyucuları sayılırlardı. Az sayıda ama yüksek seviyeli izleyici kitlesi bulunuyordu. Bunun sonucu olarak da değeri olan sanat ve edebiyat eserleri (özellikle şiir kitapları) satılmıyor, müellifine ve naşirlerine para getirmiyordu. Dolayısıyla dönemi altın çağ yapan şartlar, uhdesindeki “çıkarsızlık” ve “samimiyet” ile hayat buluyordu.

Bu durum sadece şairler için değil, bazı eleştirmenler için de geçerlidir. Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson, Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan bu meyanda aklıma gelen isimler. Dünya görüşleri ne olursa olsun, bu isimler kendi kazançlarıyla her ay aldıkları onlarca dergiyi satır satır okuyarak değerlendirir, genç şairlere rehberlik ederlerdi. Her biri sağlam arşive sahipti ve şairlerin gelişimini en başından itibaren takip ederlerdi. Böyle olunca şairlerin şiire bakışları bir sorumluluk bilinci çerçevesinde gelişir ve dönüşürdü. Bu karşılıklı etkileşim ortaya güçlü şairler ve şiirler çıkarmıştı.

Örneğin Nuri Pakdil ve sonradan “Yedi Güzel Adam” olarak anılacak dostları tarafından Maraş’ta yayımlanan “Hamle” dergisinden bahsedenlerden biri de Nurullah Ataç ile birlikte Cemal Süreya olmuştu. Süreya’nın şimdilerde kitaplaşmış bu yazılarında, Anadolu’nun dört bir yanında yayımlanan “Taşra” dergilerine ayrı bir önem atfettiği anlaşılıyor. Daha da önemlisi bu dergilere emek veren gençlerin heyecanını, emeğini görmek müthiş bir sinerji oluşturuyordu. Bunu Cahit Zarifoğlu’nun hatıralarında gözlemleyebilirsiniz.

Bu iklim tam olarak ne zaman kaybolmaya başladı bilemiyorum fakat 1980’lerden itibaren şiirin içine çıkarın ve hesabiliğin girdiği söylenebilir. Büyük yayınevlerinin sahneye çıktığı bu yıllar; şairin ve yazarın para kazanmaya başladığı, popüler kültürün yaygınlaştığı, sanatın ve edebiyatın bir meta haline dönüştüğü yıllar olarak bilinir. Bu büyük yayınevlerinin çıkardığı dergilerde yer alabilmek, aynı zamanda yayınevinin yazar kadrosuna girmek anlamını taşıyordu. Böyle olunca bu yayınevlerinin editörlerini yağlayıp ballayan yazılar ortalığı kaplayıverdi. “Çıkarsızlık” tarihe gömüldü, “çıkar” şairin günlük öğünü haline geldi. Sene 2023 ve biz halen bu sarmaldan çıkabilmiş değiliz.

Bunca uzun girizgâhı edebiyatımız adına ümidimizi dirilten bir isimden bahsetmek için yaptım: Şair Mustafa Uçurum! Uzun zamandır tanıdığım ve çalışmalarını yakından takip ettiğim Uçurum’u yazmak çok zor. Çünkü şiir, hikâye, deneme, eleştiri gibi edebiyatın hemen hemen bütün türlerinde yetkin eserler veren bir isimdir Mustafa Uçurum. Bu sebeple de her bir alanı kendi içinde, ayrıntılı şekilde değerlendirmek gerekir. Her şeyden önce sıkı bir şairdir Uçurum. Son yıllarda buna, “dergi dostu yazar” sıfatını da eklememiz gerekiyor.

Her ay onlarca derginin haberini Uçurum’un ayrıntılı yazılarından alıyoruz. Bizim gibi her dergiyi takip edemeyen okurlar için bu yazıların önemini tarif etmeye gerek yok sanırım. Nasıl vakit buluyor, nasıl onca sayfayı bir araya getiriyor bilemiyorum ancak bizim için altın değerinde bir iş yapıyor Uçurum. Daha da güzeli, bunu yaparken yukarıda bahsettiğim “çıkarsızlık” ve “samimiyet” ilkelerini dirilterek yol alıyor. Özellikle genç şairlere dikkat çektiği paylaşımları, bu şairlerden yaptığı alıntılar bir kelebek etkisi oluşturuyor ve edebiyatımızdaki iklimi değiştiriyor. Ayın dergilerini yazarken yorum yapmıyor; fakat işaret etmesi bile tek başına bir sinerji oluşturuyor. Şairin bu yazılarında yorumdan kaçınmasını; gençleri ürkütmemek ve elde olan az sayıdaki yürekli genci kaybetmemek çabası olarak okuyabiliriz. Yani Uçurum’un amacı bağcıyla uğraşmak yerine üzüm yemek. Bu da oldukça anlaşılabilir bir durum.

Dergiciliğin halen edebiyatımızın -özellikle de şiirimizin- kalesi olduğunu hatırladığımızda, Uçurum’un ortaya koyduğu emeği daha iyi anlamlandırabiliriz. Bugün şair ve öykücü olmak isteyen bir gencin, dergiler yoluyla kendisini inşa etmesi gerekiyor. Böyle gençlerimizin, her ay heyecanla beklediği dergilerde sadece kendilerinin değil, akranlarının da eserlerini okuyarak dönüşümlerini/gelişimlerini hızlandırma imkânı oluyor. Burada kemiyetin değil keyfiyetin önemli olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Çünkü şairin kalitesi öncelikle “çıkarsızlık” ve “samimiyet” ilkeleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Bunun için de Mustafa Uçurum’un https://www.mustafaucurum.com/ adresindeki yazılarına bakılması iyi bir başlangıç olacaktır diye düşünüyorum.