{1966’da bugün idam edilen ‘Kur’an neslinin inşası’ çağrısının şehidi Seyyid Kutub’u rahmetle anıyorum.}

* * *

Hukuk Fakültesi’nden gelen tanışıklıklarımın ve müteveffa eşim Av. Macide Göç’ün tanıklıklarına dayanarak söyleyebilirim ki 28 Şubat öncesi yapılan İstanbul Baro Seçimleri’ndeki hava sevindiriciydi. Müslüman genç avukatların yükselen bir dalgası vardı.

Baro seçimlerindeki yeni sicil numaralı avukatların oy sandıklarında, Müslüman adaylara verilen oylar gittikçe artıyordu.

1985-95 yılları zihinsel ve fiziksel zincirlerimizi kırmaya başladığımız senelerdi.

85-95 aralığı gençliğimizi Batılı değerlere, moderniteye devşirmek için kurulmuş üniversitelerde, beklentilerin tersine, alanında öğrenilen bilgiyi İslami perspektifle kavrayan ve fıtri özgünleşmelere yönelen toparlanışların, sivil öğrenci şuralarının güç kazandığı yıllar oldu. Bu yıllarda araştırma şirketlerinin yaptığı anketlere göre üniversitelerde en fazla okunan dergiler arasında Girişim, Haksöz, Bilgi ve Hikmet, Değişim isimleri ön plana çıkıyordu.

En yüksek puanla öğrenci alan okullardan Boğaziçi Üniversitesi mesela. Teknik ve evrensel bilgi ediniminde yabancılaşmanın en çok yaşandığı bu okulda, ilk defa Ahmet Davutoğlu ve arkadaşlarının girişimiyle Müslüman öğrenciler, yabancılaşma karşısında kendi aralarında diğer yıllara da uzanan sürdürülebilir bir şura dayanışmasını kurumlaştırabilmişlerdi.

Artık Müslüman gençler toplumsallaşma çağlarını resmi veya küresel ideolojinin ve modernitenin kuşatmalarını aşan bir anlam ve fıtri özgürlük arayışıyla olgunlaştırmaya başlamışlardı. Çünkü artık kendileriyle rehberliği paylaşacak aynı yönelimin taşıyıcısı yaşıtlarını bulabiliyor ve kaynaşabiliyorlardı.

Artık Müslüman gençler, Müslüman genç olmaya başlamışlardı. Millici, sağcı, devletçi, hurafeci kirlerden arınmaya niyetlenmişlerdi. Artık kendilerine yol gösterecek evrensel mesajla; yani Rabbimizin Kitabı ile doğrudan temas kurmanın imkânlarına adım atmışlardı. Kur’an’ın dar bir inanç sisteminden ötede bir dünya görüşü sunduğunun idrakine varmışlardı.

Artık hakikat arayışlarını liberalist, eksistansiyalist veya materyalist ya da hippy vâri çıkmaz sokaklara hapsetmiyorlardı. Zorbalıklara ve her türlü karanlığa muhalefet dili olarak özgün, fıtri ve vahyi olanı arıyorlardı; solculuk, sosyalistlik, kariyercilik, bilimsellik, bilinemezcilik gibi Batılı paradigmanın kirlerinin elbiselerine sıçramasından kaçınıyorlardı.

Ama araya Kemalist vesayet girdi. Tankları, işkenceleri, muhtıraları ve yasakları girdi.

Kırılmalar yaşandı. Fiili ve psikolojik savaş saldırılarıyla karşılaştık. Kırılma; fikri, yapısal ve stratejik iç donanımlarımızla ilgili zaaflarımızı tartışacağımız süreçte gerçekleşti; yani 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi’yle…

Yapısal ve stratejik reorganizasyon döneminde saldırılara uğradık; maalesef ki yeni ve tecrübesiz birikimimizin çoğunluğunda savrulmalar yaşandı.

Müslüman gençlerin fidanlaşma yaşıyla yükselen İslami uyanış süreci 28 Şubat süreciyle ağır yaralar aldı. Gücümüz oranında direndik; ama buna rağmen başörtüsü yasaklarının, İHO’larının önünü kesen faşizmin acılarını aşamadık.

Savrulma süreci bazı gençlerimizi sol-liberalist, anti-kapitalist, tarihselci, bilinemezci, Kürt ve Türk ulusalcılığı gibi öykünmecilik girdaplarına itti.

Şimdi Müslüman gençlerin anlam ve özgürlük arayışlarını, muhalefet ruhlarını yeniden anlama arifesindeyiz.

Adalet ve anlam arayışının önünü açmak sorumluluğumuz.

Bunun için ana konusu “adalet” olan ve Ekim 2012’de başlatılan İstanbul Küresel Formu’nu milli kelepçelere hapsetmeden ve akademik bürokrasiye boğmadan yeniden canlandırmak, atılacak adımlardan sadece birisi.