Bir ülkeyi büyüten, zenginleştiren silah gücü değil, bilgi ve teknoloji gücüdür. Hindistan başbakanı bu gerçeği ifade etmek için -Hindistan’ın gücünü- doktoralı nitelikli elaman sayısının fazlalığından aldığını belirtmişti.

Bir ülkede eğitim düzeyinin yükselmesi ile zenginleşme arasında doğru bir orantı vardır. Son yıllarda hızlanan, çığ gibi büyüyen Üniversiteleşme hedefinin arkasında bu gerçek yatıyor. Bilgi üretemeyen bir toplum üretenlerin insaflarına mahkûm olur. Kendi teknolojisini yaratamayanlar sadece başkalarının müsaade ettiği kadar gelişebilirler.

Üniversitelerin sayısında büyük artış olmasına rağmen bilimsel araştırmalarda bununla orantılı bir artışın olmaması manidardır. Geçen gün Taha Akyol, istatistikler, rakamlar vererek bilimsel araştırma sayısında-İran’ın bile gerisine düştüğümüzü yazdı.

Geçmişte üniversitelerin ideoloji yapmakta bilim yapmaya fırsat bulamadığından yakınırdık. İdeolojik üniversitelerden kısmen kurtulduk ama araştırma sayısında bir artış olmadı. Demek ki bu konuda yeterince çaba yok. Batı’da yazılan önemli eserler, makaleler Türkçeye kazandırılamıyor. Dil sorunu hâlâ üniversitelerin en büyük sorunu. Çeviri yapacak kadar dil bilmeyen akademisyenler Batı’da yapılan yayınları da takip edebilme imkânını bulamıyor. YÖK’ün de bu konuda bir çalışması yok. Hâlbuki bir çeviri merkezi kurularak bu eksiklik giderilebilir.

Bugün en pahalı ihraç ürünü bilgidir. Satın aldığımız, ithal ettiğimiz teknolojik ürünlerin fiyat etiketi içinde en büyük kalemi bilgi ve buluşların patenti oluşturuyor. On TL maliyeti olan bir malzeme patent maliyeti ile birlikte bize yüz TL’ye mal olabiliyor. Bu yarışta var olabilmek ancak bilgi çağını yakalamakla mümkün. Bugün ülkeler arasında bir zenginlik sıralaması yapıldığında bilimsel araştırma ve patent alma sayısıyla uyumlu bir sıralamanın olduğu görülecektir. Yani en zengin ülkeler en çok bilgi üreten, bilimsel yayın yapan, patent alan ülkeler. Bu bir tesadüf değil.

Bugün bulunduğumuz noktanın Türkiye’ye yakışmadığı bir gerçek. İnsanlara yeteneklerini sergileyecek, özgür, adil bir ortamın sağlanması bu işte sıçrama yapmanın ilk şartıdır. En zengin ülkeler sadece en çok bilimsel yayın yapan, yahut patent alan ülkeler değil, aynı zamanda bir başka ortak noktaları da gelişmiş demokrasilere sahip olmaları, insanlara yeteneklerini sergileyecek özgür bir ortam sağlamalarıdır. Baskının, korkunun olduğu yerde insanlar kabiliyetlerini gösteremezler.

Türkiye üniversiteleşme açısından bir sınıf atladı. Ancak bu tek başına çok şey ifade etmez. Bunun bilimsel yayınla da desteklenmesi, taçlandırılması gerekir. Bir kaç ay önce Aziz Sancar Nobel ödülü kazandı. Demek ki Türk insanında o kabiliyet var. Bütün mesele o yetenekleri ortaya çıkaracak zeminin sağlanmasıdır.

Bu hususta YÖK ve üniversitelere büyük görev düşüyor. Bilimsel yayınları Türkçeye kazandırarak araştırmacıların hizmetine sunacak bir çeviri merkezinin kurulması, bilimsel araştırmaların teşvik edilmesi, patent alımında doğru kriterlerin uygulanması şarttır. Aldığımız patent sayısı ile ilgili istatistikleri biliyoruz, bir de Türkiye’de çeşitli sebeplerle patent alamayıp, şansını Batı’da deneyerek başarılı olan sayısız mucit var. Bunların sayısını bilmiyoruz. Bu konu da araştırmacıların himmetini bekliyor. Niçin Türkiye’de değil de başka bir ülkede? Bu sorunun cevabı yeni bir yapılanma için son derece önemlidir. İdeolojilerin zincirinden kurtulan üniversitelerimize büyük görevler düşüyor…