7 Haziran günü millet son sözü söyledi.

AK Parti seçimden birinci parti çıktı ama tek başına iktidar olma imkânını kaybetti.

Bunun yanında CHP ciddi oy yitirirken, MHP bir miktar oy arttırdı.

HDP ise malum, barajı epey yüksek bir oranla aştı.

Birinci olan AK Parti ama düğün bayram eden bu üçü…

Yani egemenlerin maşa olarak kullandığı siyasi parti görünümlü üç tetikçi…

Netice olarak Türkiye ilginç bir tercihte bulundu ve belirsizliği seçti.

Bunu olumsuz anlamda kullanmıyorum, mevcut durumun fotoğrafı bu ne yazık ki.

Ama hemen ifade etmeliyim ki, nasıl önceki seçimlerde ısrarla milli iradeye saygıyı savunduk ise burada da aynı şekilde halkın bu tercihine saygı duyuyoruz.

Halk, böyle istiyorsa tabii ki, istediği olacak.

Şunu da eklemek isterim.

Bilindiği üzere Bursa’dan 12. sıra adayı idim ve seçilemedim.

“Sevmediğiniz bir şey sizin için hayır ve sevdiğiniz bir şey de sizin için şer olabilir” (Bakara Suresi; 216) ayetinin işaret ettiği hakikat mucibince sonucu öpüp başıma koyuyorum.

Benim açımdan mesele; “Olanda hayır vardır”dan ibarettir.

Kişisel olarak seçilmemiş olmak beni zerre kadar üzmüş değildir.

Yeni tablonun ümmet açısından birtakım olumsuzluklara neden olacağı endişesi, yegâne sıkıntımdır.

Bir Suriyeli çocuğun, seçim sonuçları belli olduktan sonra; “Bize ne yaparlar?” diye panikle sorduğunu hatırlatayım da ne demek istediğimi anlayıverin.

Seçimin bu çarpıcı sonuca ulaşmasını sağlayan geniş halk kesimini ‘milli iradeye saygı’ bağlamında konu harici tutarak, bu neticenin oluşmasına katkı veren bazı yaklaşımlara mahsusen değinmek isterim.

Birincisi; “Edirne’yi Enver alacağına Bulgar alsın” diyen kin ve nefret kumkumalarına taş çıkartırcasına, kayıtsız şartsız, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığında birleşenlere dairdir.

Kelimenin tam manasıyla ‘hastalıklı’ diyebileceğimiz bu psikoloji sahiplerine acil şifalar dilemekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor maalesef…

İkincisi; “Burunları sürtsün”cülere dairdir.

Kimi ve neyi cezalandırdığının farkında olmayan bir cephe bu…

Bir türlü iktidardan nemalanamayanların, önceleri iktidar nimetlerinden istifade ettiği halde daha sonrabir şekilde dışarıda kalanlar ile bütün şer güçlerin ortaklaşa gerçekleştirdiği algı operasyonunun etkisinde olarak sözüm ona tavır alanlardan müteşekkil iyi gün dostlarının vücuda getirdiği bir cephedir bu.

Mezkûr taife için de fazla söz söylemeye gerek yok.

Yalnız şu kadarını eklemeden geçmeyelim.

Bunlar, nefislerinin hoşuna gitmeyen şeyleri suret-i haktan argümanlarla savunarak vicdanlarını rahatlattıklarını sanabilirler ama yukarıda bahsini ettiğim Suriyeli çocuğun kaygısı, bunun bir vehimden öte olmadığının açık kanıtıdır.

Üçüncüsü, dördüncüsü diye uzatmak mümkün ama sanırım maksat hâsıl oldu…

Netice itibariyle tarihe geçecek bir seçim idrak ettik ve şunu gördük ki, ‘davacı’ olmakla dava adamı olmak arasında geceyle gündüz kadar bariz bir fark var!..

Son söz: Hak şerleri hayreyler…