Özü itibarıyla kastettiğim şey, bütünlüklü bir siyaset biçimiyle mantığa aykırı parçaları bir araya getirmeye çalışan siyaset biçimi arasındaki salınımdır.

AK Parti daha ilk günden beri içeride ve dışarıda tutarlı bir siyaset biçimi ortaya koymaya çalışarak aynı zamanda etnik ve dinî farklılıkları uzlaştırma gayretiyle bir siyaset rotası izliyor.

CHP’nin izlediği yol ise daha çok paralojik bir yol.

Yani mantığa aykırı parçaları bir araya getirmeye çalışan, bütünü parçalamaya dönük bir yol.

Bunu, 17-25 Aralık sonrası FETÖ’nün yayın organlarına kalkan olduklarında ya da PKK uzantılarını “çözüm süreci” sonrası yaşananlara rağmen Meclis’e taşıdıklarında açıkça göstermediler mi? 

Başka bir yanıyla bu, Karl Marx’ın da kullandığı antagonizmik yani “düşman muhalif” üretmeye dayalı, zıtlıkları çatıştıran bir siyaset biçimi.

Bunu da bir demokrasiymiş, özgülük mücadelesiymiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar.

Bizi bu siyaset biçimiyle tanıştıran Kılıçdaroğlu iken; onu geliştiren İBB Başkanı oldu.

İBB Başkanı bana Harry Stack Sullivan’ın “parataksik düşünce” biçimini de hatırlatıyor.

Yani aynı anda ortaya çıkan ama aralarında hiçbir mantıksal bağ bulunmayan iki ayrı olay arasında bir nedensellik bağı kurma çabası.

Bunu şöyle somutlaştırabilirim;

İBB Başkanı, İzmir’de bir açıklama yapıyor ve mealen şunları söylüyordu: “Son günlerde bize yapılan haksız saldırıları görüyorsunuz. Milletimizin tamamı da zor durumda. Ekonomik zorlukları hepimiz yaşıyoruz.”

“Ee bunda ne var?” diyebilirsiniz.

Bana göre çok şey var.

Kurultay şaibeleri, sahte diploma, Beykoz ve Beşiktaş belediyelerindeki ihaleye fesat karıştırma davaları ile toplumun içinde bulunduğu ekonomik zorluklar arasında bir eşitleme yaparak; yani bir parataksi oluşturarak kendini toplumun gözünde “masum” bir konuma taşımak istiyor.

“Bana açılan davalar, tıpkı sizin çektiğiniz ekonomik sıkıntılar gibi.” demeye getiriyor.

Oysa ekonomik sıkıntı ile davalar arasında en ufak bir nedensellik bağı dahi olamaz.

Tıpkı Roma’ya, belediyenin kasasından götürülen gazetecilerin durumu sorulduğunda; “Onlar ekonomiyi düzeltsin.” diyerek topu taca atma girişiminde olduğu gibi.

Üslup ile de bir “düşman muhalif” siyaseti izleyeceğini açıkça gösteriyor.

Hâlâ görevde olan bir belediye başkanı olarak ve adaylığı da resmîleşmemişken, kendisinin de amiri konumunda olan bir Cumhurbaşkanı’na; “Defolup gideceksiniz.” diyebilmek, çok başka bir nezaketsizliğe işaret ediyor.

“Yağız hırsız ev sahibini bastırır.” misali bir endişenin de beslediği çok derin bir öfkeyi hissetmemek mümkün değildi konuşmasında.

Kendince kontrataklar yaparak, YÖK’e dava açarak kendince bir strateji yürütüyor İBB Başkanı.

Son dönemlerde öne çıkan hatırı sayılır bir anket firmasının sahibi dahi bana, Özgür Özelvari bir dil ile “Ne var canım, 30 yıl önce yaşanmış bir olay. Adamın böyle üstüne giderek oylarını artıyorlar.” diyerek diploma konusunun yargı yönünü eleştirmişti.

Ya İBB’den alınan anket çalışmalarının doğal bir refleksiydi ya da “Algı, siyaseti de yargıyı da esir eder.” anlayışının hastalandırdığı gerçekliklere işaret ediyordu.

“Sizin çocuğunuzun hakkı yenseydi aynı şeyi yine de söyler miydiniz?” dediğimde; “Ne alakası var.” dahi diyebildi.

O zaman, çaldıkları sorularla binlerce gencin hayallerini öldüren FETÖ’ye de bir şey demeyelim, öyle mi?

Çok yazık!

Adalet algısını da moda müeyyidesinin belirlemesi, vicdanlarda onarılması imkânsız yaralar açar.

Bu bir yol üretirse o yolun daha çok aşındırılacağı ise muhakkak.

Adalet modaya göre değil, delillere göre işlemelidir.

Umut ve adalet; mazlumların, fakirlerin ihtiyat akçesidir.

Hiç kimse bu bütçeyi hoyratça ve imtiyazla kullanamaz, kullandıramaz…