Bilmenin yetmediği bazı haller olduğuna inananlardanım ben. Yani şöyle; bazen insanın bilmesi olanı anlamasına yetmez. Ya da daha temkinli söyleyeyim; yetmeyebilir. Meselelerin akılla kavranır tarafının dışında bir de gönülle hissedilir tarafı da var bence. Ve biri eksik olduğunda maalesef ki tamam olamıyor. Hatta “akıl mı gönül mü?” diye düşünecek olsam benim tercihim gönül tarafında olurdu.

Yani özetle bir bilmek ve öğrenmek var bir de hissetmek ve anlamak. Ve bence insan öğrendiğini unutabilir ama hissettiğini unutmaz.

Bunları anlatmamın elbette bir sebebi var. Bizim gibi hissiyatıyla yaşayan toplumlar çoğu zaman yaptıklarını “profesyonel” bir şekilde düşünmezler. Üzülürler, içleri sızlar ya da sevinirler, severler ve karar verirler. Yani önde ve öncelikli olan hissiyattır, hissederek yaşar ve hissettiklerine göre bir yol çizerler kendilerine. Bu belki de inancın verdiği bir haldir. Zira inanmak da duygusal bir eylemdir ve görmekten çok hissetmekle ilgilidir.

Geçenlerde biri yazdığım bir kitaplardan birinde okuduğu bir bölüm için “bunlar gerçek değil ki; hikâye” deyiverdi. Belki de haklı bilemiyorum ama hikâye, menkıbe, efsane diye okuduklarımızın pek çoğunun gerçek bir olay üzerine şekillendiğine inanıyorum ben. Ve bu şekilde anlatılanlar da halkın inancını, bağlığını daha sağlam tutuyor. (Elbette bence)

“Kitapta geçen neydi?” diye merak edenler olabilir belki, yazayım.

Rivayet edilir ki Sultan-ı Enbiya ve Server-i Evliya Hz. Muhammed Mustafa şöyle buyurmuştur:

Bir gece kardeşim Cebrail geldi ve beni miraca davet eyledi. Onunla beraber göğün katlarını ve cenneti köşe bucak gezip her yanını seyran ederken bir de gördüm ki Firdevs Cenneti makamında Camie benzer, içinde kırk yakut direği olan ve dışı zümrüt, firuze taşlarla kaplanmış bir bina var. İçinde altın ve gümüş lülelerden bir havuza devamlı Kevser suyu akmaktadır.

Cebrail’e dedim ki;

– “Ey kardeşim Cebrail, bunca güzelliği kendine saklayan bu yer neresidir?”

Cebrail dedi ki:

– “Ya Muhammed senin ümmetin için Allah Teâlâ bu makamı oluşturmuştur. Buna Camiü’l- Kübra derler. Bu makamın bir benzeri dünyada üç yanı denizle bir yanı kara ile çevrili Konstantiniyye şehrindedir. Bu şehirde Sofiyya adında güzel bir mabet ve makam vardır. İşte orası bu gördüğün makamın dünyadaki timsalidir. Senin ümmetine onun içinde secde etmek nasip olacaktır.

Hz. Peygamber, Cebrail ile vedalaşıp miraçtan döndüğü vakit ashabına Ayasofya Makamını anlatır. Her biri görmeseler de işittikleriyle âşık olurlar ve “İnşallah ölmeden evvel o güzel makamın içine girip iki rekât namaz kılmak nasip olur” diye dua ederler.

“Gerçek mi?” sorusuna verilecek tek cevabım var: İnanırsan gerçektir…