Onca Müslüman kanı döktükten sonra -Amerika’ya, Rusya’ya ve PKK’ya hizmet etmiş olmaktan başka- eline bir şey de geçmedi.

İran’da hükümetin mali kaynak sağlamak amacıyla getirdiği benzin zamlarına tepkiler devam ediyor ve ülkenin dört bir yanında protesto gösterileri düzenleniyor.

Ruhani’nin zamların gerekliliğini savunması ve zamlardan elde edilecek gelirin dar gelirli ailelere yardım olarak dağıtılacağı türünden bahaneler de halkı yatıştırmaya yetmedi.

Öfkeli göstericilerin Humeyni ve Hamaney posterlerini yakması, bankaları ve hatta güvenlik merkezleriyle polis araçlarını ateşe vermesi durumun ciddiyetini gösteriyor.

İran’daki protesto gösterilerinin rejim değişikliğine yol açabileceği beklentisi oldukça düşük.

Bunun sebebi mevcut rejimin bu tür eylemlere karşı deneyimli olması.

Bugüne kadar birçok kez yapıldığı gibi yine binlerce kişi gözaltına alınır ve gösteriler gerekirse şiddet kullanılarak bastırılır.

Proxy örgütler aracılığıyla bölgede tansiyon daha da yükseltilir ve dikkatlerin İran dışına çevrilmesi sağlanır.

Yetkililerin açıklamalarında ve Cuma hutbelerinde Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan suçlanır.

Washington’dan yapılan açıklamalar “dış düşmanların ülkeyi karıştırmak istediğini” öne süren İran rejiminin değirmenine su taşır.

Birkaç gün içinde rejim yanlılarının sokağa çıkıp milyonluk destek gösterileri düzenlemesi de şaşırtıcı olmaz.

Fakat İran’da rejimin gösterileri ilânihaye aynı şekilde bastıramayacağını ve halkın tahammül gücünün bir sonu olduğunu unutmamak gerek.

Birkaç yıl önce yoksulluğu her halinden belli bir İranlıyla konuşmuştum.

Petrol ve doğalgaz zengini ülkede fakirliğin neden çok yaygın olduğunu sorduğumda yutkundu ve cevap veremedi.

Sanırım cevabı biliyordu fakat söyleyemedi. Onun o gün söyleyemediği gerçeği, ülke kaynaklarının Hizbullah’a ve benzeri örgütlere değil halka harcanması gerektiğini bugün birçok İranlı açıkça dile getiriyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, gösterilerle ilgili yaptığı açıklamada, “Son günlerde İran’da yaşanan olayların bir an önce bitmesini ve İran’ın huzura kavuşmasını diliyoruz” dedi.

Türkiye’nin bugüne kadar İran konusundaki yaklaşımı hep olumlu ve yapıcı oldu.

Hatta nükleer programı konusunda Brezilya’yla birlikte risk alarak krizin çözülmesi için çaba gösterdi.

Fakat aynı yaklaşımı İran’dan hiçbir zaman görmedi.

Gezi olaylarında, 15 Temmuz hain darbe girişiminde ve benzeri birçok kritik eşikte İran’ın tavrının olumsuz olduğunu gördük.

Daha dün Barış Pınarı Harekâtı başladığında rejim yanlısı İran medyasının ve Cuma imamlarının Türkiye aleyhinde yaptığı kara propagandaya şahit olduk.

Harekâta şiddetle karşı çıkan ülkeler arasında İran da vardı.

Çavuşoğlu’nun insani ve ahlaki açıklamalarından sonra Tahran’ın Türkiye’ye yaklaşımı yine değişmeyecek.

İran’ın bölgede yol açtığı yıkım sebebiyle yaşadıklarına pek üzülen yok. Hatta “Beter olsun” diye beddua eden çok sayıda insan var.

Buna rağmen İran’ın mezhepçi politikaları sebebiyle kaçan fırsatlara üzülmemek elde değil.

Örneğin Beşşar el-Esed’i desteklemeseydi bugün bambaşka bir Suriye’den bahsediyor olabilirdik.

Üstelik onca Müslüman kanı döktükten sonra – Amerika’ya, Rusya’ya ve PKK’ya hizmet etmiş olmaktan başka – eline bir şey de geçmedi.