Kavağın yanında bir kabak filizi boy göstermişti. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmişti. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa: “Sen kaç ayda bu hâle geldin ağaç?”

“On yılda…” demiş kavak.

“On yılda mı?” diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. “Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak…”

“Doğru…” demiş ağaç, manalı bir gülümseme ile…

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye başlamış, sonra yapraklarını düşürmeye… Soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.

Sormuş endişeyle kavağa: “Neler oluyor bana ağaç?”

“Ölüyorsun…” demiş kavak.

Kabak, “Niçin ama?” diye sormuş korkuyla!.. Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için…”

Normal şartlarda uzun yıllar, uzun çileler, emekler, gayretler neticesinde belli yerlere gelmesi gerekip de Ankara’daki dayısı, cebindeki parası, torpilin en hası ile belli makamlara ışık hızıyla gelmiş olanlar; aynı makamlara uzun yıllar içinde, büyük gayretlerle, alnının akıyla gelmiş olanları küçümseyip hakir görür oldu.

Bu kadar hızlı yükselmiş olmalarından hareketle kendilerinde bir marifet olduğunu, kendilerinin bulunmaz Hint kumaşı olduğunu, dünyanın kendileri etrafında döndüğünü sandılar. Millete tepeden bakmaya başladılar, milletin değerleriyle ters düştüler, bir koltuk uğruna nice kalpler kırdılar, nicelerinin hakkına girdiler!..

Son zamanlarda AK Parti tarafından atanan bürokratlarda, AK Parti sayesinde belli makamlara gelmiş olanlarda bu kibri fazlasıyla görüyoruz.

Cumhurbaşkanımız, “Milletle iç içe olacaksınız, ulaşılmaz olmayacaksınız, milletin dertlerini çözüp gönlüne gireceksiniz.” dedikçe bir kısım bürokratlar ve makam sahipleri; milletten uzak durmaya ve milleti kendilerinden uzaklaştırmaya devam ettiler.

Lüks jiplerle, bir asgari ücretlinin maaşı kadar parayla aldıkları başörtüsüyle, başörtüsü üzerine taktıkları binlerce liralık gözlüklerle, bir işçinin yıllık kazancıyla alamayacağı kadar pahalı çantalarla milletçilik oynar oldular.

Lüks otellerde, yatlarda toplantılar yaparak mı millete ulaşılacak? Lüks makam araçlarıyla, şatafatlı yaşam tarzıyla, millete fil dişi kulelerden bakmayla milletin desteği alınamaz!..

Evine ekmek götüremeyen Mehmet amcaya, her gün temizliğe giden Ayşe teyzeye, yıllardır işsiz gezen Selim’e, kızının çeyizini tamamlayamayan Elif teyzeye, öğrenci evinin kirasını ödeyemeyen Talip’e, okula giden oğlunun cebine üç kuruş harçlık koyamayan Ömer dayıya sırt dönerek, burun kıvırarak nereye varacaksınız?

AK Parti’yi AK Parti yapan, en zor zamanlarda elini taşın altına koyan, zor zamanlarda sabreden, “Devletim var olsun da ben aç da gezerim.” diyen bu insanlara yakın olmak, onlar için çalışmak, onlar için fedakârlık yapmak gerekmez mi?

Hızlı yükselişin düşüşü çok daha hızlı olur yoksa!..

Bir an önce fabrika ayarlarına dönmezseniz yarın “Bize neler oluyor?” dediğinizde milletten alacağınız cevap pek hoşunuza gitmez?