Alıştığımız, rahat ettiğimiz ve bize güvenli gelen alan bizim konfor alanımızdır. Sahip olduğumuz ekonomik standardın altına düşmek istemeyiz. Risk almak pek çoğumuzun hoşuna gitmez. Daha iyi olmak isteriz fakat bunu minimum risk içermesini hedefleriz.

Konfor alanımızın seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, giderek bizim normalimiz haline gelir. İnsanlar olarak gözümüz hep daha yükseklerde olunca, elimizdekiler giderek bize az gelmeye başlar çünkü ekonomik standardımız yükseldikçe, bu para ile nasıl daha rahat yaşanacağı ve başkalarının nasıl bir seviyede bulunduğu hemen dikkatimizi çeker. Para artınca paranın seviyesinden hayata bakmaya başlarız ve o seviyedeki insanları görürüz. Kimleri görürsek onlarla ilgili bilgi ve düşüncelerimiz oluşur. Onlara yakın olmaya başlarız. Bu da bulunduğumuz çevreye göre düşünme, davranma ve yaşama anlamına gelir.

Ne kadar kazanıyorsak o kadar harcamak mı lâzım?

“Ayağını yorganına göre uzat” atasözü bazen bizde “Ne kadar kazanıyorsan o kadar harcama yapabilirsin” tarzında anlaşılabiliyor. Oysa inançlı bir insan yorganına göre değil, Rabbinin (c.c) emrine ve Peygamberinin (s.a.v) tavsiyesine göre hareket eder. “Deryanın yanında bile olsan israf etmeden abdest al” diye buyuran bir Peygamberimiz (s.a.v) var. Oysa neredeyse hepimizin çöpe döktüğümüz ekmeklerin, çürüttüğümüz sebze ve meyvelerin beklemekten bozulduğu için döktüğümüz yiyeceklerin haddi hesabı yok. Paramız olunca atmak normal mi?

Yokluk görmeyen elindekini hiç bitmeyecek zanneder

Alışmak, adı israf olunca çok kötü bir kavrama dönüşür. Gelin bir karar alalım. Her hafta bir yetim, yaşlı ve muhtaç ailelerin evlerine ziyarete gidelim, yiyecek giyecek götürelim, sofralarına oturup ikramlarını paylaşalım. Onlara sevgi, şefkat ve ikramda bulunalım. Onlar için yapabileceğimiz bir şey var mı ona bakalım. Rabbimizin (c.c) bizi bu sofraya nasip etmesinden dolayı şükredelim. Paramız olduğu halde yardımcı olmamız nasip olmayabilir. Yardım edebilmek bir nasip işidir ve bir hak ediştir. Yardım etmenin gönüle yerleşmesinden sonra zihnin gündemine gelir. O artık mayalanmış, olgunlaşmış bir fikirdir ve hayata geçmek için fırsat kollar. O zaman nasip olmasının zemini hazırlanmıştır diyebiliriz.

Sadece verdiğin senindir

Niyetimiz ve verme fiilinin kendisidir anlamlı olan. Ne verdiğimiz ve kime verdiğimiz değil. Bu sebeple, verdiğimizi derhal unutmak ve hemen şükretmek üzere kendimizi programlamalıyız. “Ahirette bizim olacak bir yatırım yapmamız nasip oldu çok şükür” demeliyiz. İhtiyaç sahiplerinin hayatlarına yukarıdan bakmak değil, onlarla yan yana olarak şahit olmak, yürekten yardım etmek, israf etmeden, infakı ve zekâtı artırarak hayata bereket ve huzur davet etmek, en baş tercihlerimizden olmalı.

Konfor alanımızın dışına çıkalım

Canımızın yanacağı, sevdiğimiz şeylerden infak edelim. Bizden daha düşük standartta yaşayanları gidip evlerinde görelim. “Ben yukarıdayım, sen aşağıdasın” derse duruşumuz, henüz olgunlaşmamışız demektir, evde duralım daha iyi. Mütevazı bir veriş, elindekinin kendisinin olmadığının farkında olma halidir. Emaneti istenilen yere vererek bir görevi ifa ediyoruz, bunun bilincinde olalım.