İnsanın aciz olduğu, çaresini bulamadığı ve bulamayacağı “beş” konu vardır. Buna “mucizat-ı hamse” denilir. Bunlar; “ölüm”, “ zaman”, beşerin “acz” ve “fakrı” ve hesap meydanına “sürgün” edilmesidir.  Arkasında bulunan “ecel” zahiren “cellat” gibi bütün sevdiklerini parçalarken, “zaman” ise idam sehpası gibi; bütün sevdiklerini fena ve zevale mahkum eder.  Sağ yanındaki “acz” yarası ve sol yanındaki “fakr” yarasına, hadsiz düşman ve ihtiyaçların dokunmasıyla; onu şiddetle incitir. Bütün bunlarla beraber insan, bu dünyadan “sürülüp”; “kabirden”, “berzahtan”, “haşirden”, “sırattan”, “mizandan” geçen bir sefere “mecbur” edilmiştir.

İNSANLAR İSLAM DİNİNE MUHTAÇTIR

Şu beş şeyin çaresini bulmadan, dünyada “hakiki lezzet” mümkün değildir. Bunların çaresi de; yalnız “Kur’an’da” ve “Din-i İslam'dadır”. Onun için bu beş şeye, Kur’an’dan başka bir çare gösterilmediği müddetçe de; dünyada din-i hakka ihtiyaç bitmez. “Efendim! Zaman değişti. Asır başkalaştı. Artık dinin olmadığı bir hayat sistemi istiyoruz. Din eskide kaldı…” diyen medeniyet(!), bu beş şeyi alemden kaldırmadan, dini de hayattan kaldıramaz. Feteemmel!

BÖYLE BİR İNSAN, HAYATTAN ZEVK ALAMAZ…

Ecel celladının “nefesini”, “ensesinde” “hisseden”, gözü önünde bütün sevdikleri; gece ve gündüzün boynuna dolanmasıyla “idam” edilen, keza acziyle “çaresiz” ve fakrıyla “muhtaç” olan; bu haliyle birlikte de sürgüne “maruz” kalan bir insanın; hayattan zevk (!) ve lezzet (!)  alması hiç mümkün müdür?

KUR’AN-I KERİM, KURTULUŞUN GEMİSİ GİBİDİR

Heyhat! “Şeair-i İslamiye”yi tağyir ederek, medeniyet “fanteziyeleriyle” insanları mutlu etmeye çalışan “süfyaniyetin” kulakları çınlasın. Mimsiz medeniyet, beşeri öyle perişan etmiş ki; beşer daha dünyadayken, “cehennemi” bir hayatın “azabını” ruhunda hissetmiş. Hali alem, buna şahittir.  

İşte Kur’an, beş cihette “perişan” olan beşeri, bu perişan halinden kurtaran; bir saadet gemisidir. Kur’an’ın dersiyle, nefesini ensesinde hissettiği “ecel celladı”, bir anda suret değiştirerek, insanı bütün sevdiklerine “kavuşturan” bir vasıta olur. Bütün sevdiklerini idam eden zaman, Kur’an’ın dersiyle “sinema levhası” gibi Cenab-ı Hakk’ın “nimetlerini” ve “sanatlarını” gösteren bir “seyrengâh” olur. Öyle ki; o levhaların maliki, sanatıyla “imana”, nimetiyle de beşeri “ibadete” davet eder. Kur’an, çaresiz beşeri “sabır” ve “tevekkül” dersiyle “teskin” ettiği gibi;  “dua” ve “sual” ile de “fakirlik” denilen kokuşmuş yarasını “tedavi” eder. 

FITRAT MİMSİZ MEDENİYETİ REDDEDİYOR!

Kur’an manen der, “Ey beşer, sana sürgün ve nefy gibi görünen şu yolculuk, seni ürkütmesin. Eğer sen hükmüme uyup; “namazı kılar” ve “kebair günahları” terk edersen, o vakit ben sana kabirde “nur”, ahirette “azık” ve sıratta “bilet” olacağım. Çünkü ben Hakkım ve sadece hakikati söylüyorum. İşte siz, ancak benimle böyle nurani “hakikatlere” ve “hikmetlere” ulaşabilirsiniz!”

Demek fıtratı beşer, mimsiz medeniyete karşı bütün kuvvetiyle şu ayeti haykırıyor: “Kur’an okunduğunda, susun ve dinleyin ki; merhamet olunasınız.” (Araf-204)

O halde insanın; hakiki “dostu”, “arkadaşı” ve “yaranı” Kur’an-dır. Beşer ancak ondaki “enbiya” ve “melâike” ile “hayalen” görüşerek ve vukuatlarını seyrederek ünsiyet eder.

Elhasıl: Kur’an, insanı mucizeyi hamse denilen beş yaradan kurtaran; mucizeyi kübradır.

Selam ve dua ile

Fiemanillah